Kürt sorununu çözmenin siyasi bir bedeli var. Soruna taraf olanlardan hiçbiri bu bedeli ödemeye hazır değil. Bu nedenle, kısa bir ümit arasından sonra, eski pozisyonlarına avdet ettiler, kavga yeniden alevlendi.
Savaş ve sertlik direği boş kalmıştı. Şimdi, bakacak olursanız, ilgili bütün tarafların -Hükümet, Barış ve Demokrasi Partisi, Öcalan, Kandil ve diğerleri- bayrağının gene o direkte dalgalanıyor olduğunu göreceksiniz.
On üç askerin öldürülmesi ile sonuçlanan PKK baskını sanki herkesin işine geldi. Öldüler, herkesi barışa giden dik yokuşa tırmanma zorunluluğundan kurtardılar.
Artık kabul edelim. Ne hükümette ne de Kürt tarafında bu sorunu çözecek niyet ve irade yok; sabır ve olgunluk, cesaret ve öngörü yok.
Hükümet ne Öcalan’ı serbest bırakabilir, ne istisnasız af getirebilir, ne de Kürtlerin taleplerini tatmin edebilir.
Üç başlı Kürtlerin durumu daha beter. Seçimden sonraki gelişmeler bu cephede bir izan kaybına işaret ediyor. BDP’nin takıma kızıp duvarla top oynayan çocuk havasında Diyarbakır’a kaçması, Silvan’daki olaylar sırasında demokratik özerklik ilan etmesi (o her ne ise) siyasi zekâsının patlak lastik gibi oturduğunu gösteriyor. Tarihte bundan daha kötü bir zamanlama örneği var mı?
Zaten devasa olan kendine güveni seçimden sonra daha da artan Erdoğan, Kürt sorununu Kürtsüz halletme yolunda.
Bir yandan Güney Doğu’da kamu yatırımlarını aralıksız sürdürerek oradaki halkı kazanma kampanyasına devam edecek. Yeni anayasa ile Kürtlere daha fazla özgürlük sağlayacak. Diğer taraftan polisi takviye edip sınır birlikleri kurarak PKK’ya karşı daha etkin olmaya çalışacak. Bu arada Öcalan’la BDP’yi “idare” edecek.
Çıraklık döneminde başarıyla yürütülen bu politika ustalık döneminde de tutar mı? Tutabilir. Eğer PKK terörü eski düşük yoğunluğunda, Türk burjuvazisinin latte içtiği alışveriş merkezlerinden uzakta, kırsalda kalırsa. Kalmazsa başka bir felaket boyutuna taşınacağız.
Eskiden, çocukluğumda, Lefkoşa’da sokaklarda güllü dondurma, sulu muhallebi, ayran, fırından yeni çıkmış fıstık içi falan satanlar, “Bir Usta, Bir Memleket,” diye bağırırlardı. “Bu sattığım şeyi benden daha iyi yapacak bir usta yoktur bu memlekette,” anlamında.
Erdoğan sekiz senelik iktidarında karşısına çıkan herkesi ve her kurumu hizaya getirdi ve kendini Usta ilan etti. Ama Kürt sorununu halletmeden “Bir Usta, Bir Memleket” diye bağırabileceğini sanmıyorum.
Kürt sorunu çözmenin olduğu gibi çözmemenin de bir bedeli var: Geçtiğimiz 30 küsur yılda yaşanan korkunçlukları önümüzdeki 30 yıl da yaşamak.
Hazır mısınız?