İnsan ömrü geçen yüzyılın başından beri uzuyor ve uzama eğilimi devam ediyor. Bu olgu bilim adamlarını şu soruyu sormaya yöneltti: Acaba bu uzama trendi ebediyen sürebilir mi? Yoksa doğanın her cins yaratık için biçtiği ömrün biyolojik sınırlarını genişletmek mümkün değil mi?
İnsan vücudu hücrelerden meydana gelir. Hücreler sürekli olarak ihtiva ettikleri genetik formüle göre çoğalır, eskimiş hücrelerin yerini yenileri alır. İnsan çocuk veya gençken bu mekanizma nerede ise mükemmel çalışır.
Zamanla hücreler hasara uğramaya, aksamaya başlar. Hücrenin içindeki DNA ve mitokondri denilen enerji üreten üniteler var. Bunlarda meydana gelen hasar belirli bir düzeye ulaştığında hücre iki şeyden birini yapar. Kapanır ve kendi kendini öldürür. Veya işlevini görmeye devam eder ama çoğalmaz. Bu tür hücrelerin birikmesi ile organlar çalışamaz hale gelir ve iflas eder.
Yaradılış, yaşamı sonsuz kılıyor
Yaşlanma denilen şey bu hasarların birikmesidir.
Bu neden olur? Hücreler neden sonsuza kadar kendi kendilerini yenilemezler?
Birçok insan uzun yaşamın genetik, yani aileden miras alınan özelliklere bağlı olduğunu zanneder. Bu doğru değildir.
İkizler üzerinde yapılan araştırmalar genetiğin uzun ömür üzerindeki etkisinin yüzde 25 civarında olduğunu gösteriyor.
Kimin ne kadar ömür beklentisi olduğunu tayin eden daha çok sosyo-ekonomik çevredir. İçinde yaşanan ortam, eğitim durumu, sosyal statü, ekonomik durum, yaşam alışkanlıkları ömrün ne kadar uzun olacağını tayinde büyük rol oynar.
Ömür uzamakta ama ek yıllar eşit insanlar arasında eşit dağıtılmamaktadır.
Araştırmalar gösteriyor ki gelir, eğitim, sosyal statü yükseldikçe, içinde yaşanan ülke ve semt iyileştikçe ömür uzuyor.
Bir kişi toplumda ne kadar üst bir pozisyona tırmanırsa uzun yaşama şansı o kadar yükselir.
Kendinize iyi bakın çünkü umduğunuzdan daha uzun yaşayacaksınız.
İnsan yaşam süresi nerdeyse 155 yıldan beri uzuyor ve bu yüzyılda da uzamaya devam edecek.
Uzmanlara göre, ömür her yıl 3 ay uzuyor. Bugün doğan bir bebek dün doğandan altı saat daha uzun yaşayacak.
Max Planck Demografik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Profesör James Vaupel’e göre, 2007’de doğan bebeklerin yarısı Almanya’da 102, İngiltere’de 103, Fransa ve ABD’de 104, Japonya’da 107 yaşını görecek.
Türkiye’de bu konuda araştırma yok. Ama sağlık ve gelir düzeyindeki yükseliş dikkate alındığında bizde de yüz yıl sonra yüz yaşını aşanların binlerle sayılacağı tahmin edilebilir. Birçok çocuk sadece dedesini değil büyük dedesini de görebilecek.
Scientific American adlı bilim dergisine göre dünyada 1900’de doğuşta beklenen yaşam süresi ortalama otuz yıl, gelişmiş ülkelerde kırk beş yıl idi. 2010’da gelişmiş ülkeler için ömür uzunluğu seksen yıla tırmandı. Dünya ortalaması ise yetmiş oldu.
Güneş dolu bir öğleden sonra kumsalda yürürken, yerde bir deniz kabuğu gördüm. Eğilip avucuma aldım. Yüksük büyüklüğünde, yumurta kabuğundan narin, kâğıt kadar hafif, köy fırınına benzeyen bir deniz yaratığı yuvasıydı. Biri önünde, diğeri altında olmak üzere iki deliği vardı.
Üstünde, kim bilir ne işe yarayan, minik deliklerden yapılmış bir çarpı işareti bulunuyordu. Delikler, iğne ucunun geçemeyeceği kadar ufaktı. Kabuğun altı aynı ufaklıkta, inanılmaz bir dizayna uyan kabarcıklarla süslüydü.
Canlı bir varlık barındırıyor mu, diye içine baktım ama sallayınca, tıkırdayan kum ve kurumuş deniz yosunlarından başka bir şey yoktu. Ev sahibi terk ettikten sonra dalgalarla sürüklenirken içine dolmuş olmalıydı. Avucumun ortasına koyup onu seyrettim ve aklıma şu soru geldi: Kabuk çok ama çok güzeldi. Neden? Neden bu kadar güzeldi?
Kabuğa ihtiyacı vardı
BBC dünyanın en kaliteli yayın radyo-televizyon kurumlarından biridir. Kurumun uluslararası haber sevisi BBC World Service ise herhalde dünyanın en kaliteli radyosu.
Bunun birçok nedeninden biri dinleyicilerine tepeden bakmaması, onları cahil addetmemesi, her şeye ilgi duyan, meraklı insanlar saymasıdır. (Bana, Açık Radyo dışında, Türkiye’de bu varsayıma sahip bir tek yayın kuruluşu gösterin şapkamı yiyeceğim.)
BBC’nin bu varsayımla teçhiz edilmiş editörleri sürekli dinleyicilerin ilgisini çekecek yeni konu arayışı içindedirler. (Bana Türkiye’de böyle bir arayış içinde olan bir editör gösterin ikinci şapkamı da yiyeceğim.)
Radyoyu açıp da ilginizi çekecek bir şeye rastlamamanız imkânsız gibidir.
“Altmış Saniyede Dünyayı Daha İyi Bir Yer Yapacak Bir Düşünce” bunlardan biri. Geçen gün, alışverişe giderken, tesadüfen ilk defa dinledim. İyi bir fikri olan birisine bir dakika konuşma, üç dakika da sorulara cevap verme zamanı tanıyorlar.
İtalya’da 40 bin yasa var
Ben dinlediğimde, Oxford Üniversitesi Kriminoloji profesörlerinden Federico Varese konuşuyordu. “Bir ülkede ne kadar çok yasa ve yönetmelik varsa o kadar çok yolsuzluk var” diyordu Varese. “(Yolsuzluğun yaygın
Japonya, 2030’a kadar, nükleer kaynaklardan kullandığı elektriği yüzde otuzdan yüzde elliye çıkarmayı planlıyordu.
Japonya Başbakanı Naoto Kan geçen gün bu planın çöp tenekesine atıldığını açıkladı.
Hükümet Fukuşima felaketinden sonra uzun vadeli enerji politikasını yeniden gözden geçirecekti. Bu güne kadar çoğunlukla elektrik gaz ve nükleere dayalı enerji üreten ülke bundan sonra güneş, rüzgâr ve biokütle gibi yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına da ağırlık verecekti. Enerjiyi idareli kullanan bir toplum haline gelecekti.
Fukuşima felaketinden Japonya gibi Türkiye’nin de ders çıkartması gerekir.
Türkiye’nin enerji politikası yoktur. Eğer hükümetin ithal gaza bağımlı, faturası gittikçe kabaran enerji üretimini çeşitlendirmek için önüne gelen her şeye saldırması politika sayılmazsa.
Gaz santralı mı yapmak istiyorsun? Yap. Kömür kullanarak elektrik mi üretmek istiyorsun? Hiç durma. Rüzgâr, güneş? Lütfen, lütfen, buyurun yapın. Hidroelektrik? Bütün akarsular sizin. Herkes davetli.
Nükleer? Tabii. Biz de istiyoruz.
Fukuşima felaketi nedeniyle iki ay önce kesilen Türkiye-Japonya nükleer santral görüşmeleri en erken gelecek sonbaharda başlayacak.
Resmi kaynakların verdiği bilgiye göre bir süre önce Ankara’yı ziyaret eden Japon müzakere heyeti başkanı, hükümetinin Türkiye’de nükleer santral inşa etme konusundaki ilgisini sürdürdüğünü söyledi. Ancak müzakerelerin yeniden başlaması için bir tarih önermedi.
“Net bir tarih tespit etmediler” diye konuştu kaynağım. “Onlarda bir hükümet değişikliği gündemde, bizde de seçimler var. İki aylık bir zaman tanıdık. İki ay içinde yeniden bir araya geleceğiz.”
Görüşmeleri yakından izleyen bir yetkili ise “Japon teknolojisine önem veriyoruz. Bekleriz. Sonbaharda da masaya otururuz” diye konuştu.
Anladığım kadarıyla, Fukuşima’dan sonra nükleerde dünyanın vardığı duraklama ve yeniden değerlendirme sürecinde Enerji Bakanlığı da yavaşlamadan şikâyetçi değil.
Fukuşima’yı bekleyecek
LEHTE:
Nükleer enerji, karbon salınımı olmadığı için, küresel ısınma tehlikesine karşı en etkin silahlardan biridir. Ucuzdur. Güvenilirdir de. Kaza halinde “Üçüncü nesil” olarak adlandırılan son model reaktörlerin soğutma sistemleri, elektriğe bile gerek duymadan, kendiliğinden devreye girer. Bu, ileride, Fukuşima benzeri kazaların meydana gelmesini önleyecek bir sistemdir. Rusların Akkuyu’da kuracakları reaktörler üçüncü nesildir.
Reaktörlerde kullanılan yakıtın elde edildiği uranyum, karbon temelli petrol ve gazın tersine, fazla fiyat dalgalanması göstermez. Küçük yer tuttuğu için on yıllık yakıtı satın alıp depolayabilirsiniz. Bu da dışa bağımlılığı azaltır. Tedariki petrol ve gaza nazaran daha kolay, güvenli ve sağlamdır. Büyük uranyum kaynakları Avustralya ve Kanada gibi demokratik ülkelerin elinde olduğu için, gaz gibi, siyaset aracı yapılmaz.
Petrol ve gaz ise sürekli olarak siyasi krizlerin ve savaşların etkisiyle inip çıkar. Veya Rusya örneğinden bilindiği gibi, siyasi baskı aracı olarak kullanılabilir.
Nükleer, rakipleri ile karşılaştırıldığında, süreklilik açısından açık ara iyidir. Rüzgâr her zaman esmez, güneş her zaman parlamaz, hidroelektrik santrallara