İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’ye göre tarih bir “ardı arkası kesilmeyen lanet olaylar” zinciridir.
Bu bize yetmiyor. Bizde sadece tarih değil, halihazırda ardı arkası kesilmeyen lanet olaylarla doludur. Biz, galiba, kriz bağımlısıyız veya kriz bağımlısı haline getirildik.
Bu krizlerden veya lanet olaylardan biri dün meydana geldi. Sakin bir seçimden sonra yeni anayasa ve Kürt sorunu konusunda uzlaşı beklerken yeni bir krizle karşı karşıya kaldık. CHP ve BDP milletvekilleri, malum nedenlerle, milletvekili yemini yapmayı reddettiler.
Hava, daha teneffüs edilmeye başlanmadan, zehirlendi.
Her cennete bir yılan gerekir, derler. Bu da bu Meclis’in yılanı oldu.
Aslında bu ilginç bir entelektüel egzersiz olabilir: Suçlu kim?
Tutuklu bulunan veya milletvekilliğinin yargı tarafından düşürülmesi olasılığı yüksek kişileri aday yapan partiler mi?
İyi bir yazı birbirine ters iki unsurdan meydana gelir. Yazılanlardan ve silinenlerden.
Rodin’e “Nasıl heykel yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda “Taşın gereksiz kısımlarını atıyorum geriye heykel kalıyor” demiş.
Rodin’in yaptığının “yazıcası” silmektir. İyi yazı gereksiz kelimeler atıldıktan sonra geriye kalandır.
Yazıda sadece söylenilmek istenen şeyi söylemek için gerekli kelimeler kalmalıdır. Yüz kelime ile anlatılan bir şey on kelime ile anlatılabiliyorsa, on kelimeyi tercih etmek gerekir. Eğer beş kelime aynı işi görmüyorsa, tabii.
Yazı bitirildikten sonra okunmalı, okunmalı, tekrar okunmalı ve gereksiz kelimeler, cümleler, paragraflar, sayfalar atılmalıdır. Editing denilen şey budur.
Kısaltılmak dolayısıyla daha iyi olmayacak yazı hemen hemen yoktur, en büyük yazarların kâinatında bile.
Türkiye’de her hükümetin altında tık tık sesler çıkaran bir saatli bomba var. Bazen hızlı, bazen yavaş çalışan ama hiç durmayan bu bombanın adı cari açıktır.
Cari açık, basit bir anlatımla, bir ülkenin sattığı mal ve hizmetlerin satın
aldıklarından az olmasıdır.
Açık borçla kapanır. Borçlanmak bizatihi bir sorun değil. Sorun, borçlanma piyasa oyuncularının tehlikeli saydığı büyüklüğe ulaşınca başlar. O zaman alarm zilleri duyulur. Ülkeye borç verenler ürker. Yeni borç vermekten kaçınır, verdikleri borcu da bir an önce geri almak ister. Bu durum da genellikle analistlerin “düzelme” dediği bir şeye yol açar. Türkçesi: Devalüasyon olur.
Bir insan için öldürmeyen kalp krizi ne ise, ekonomi için de devalüasyon odur.
Şoke edici, tatsız bir iştir. Oyun durur ve yeni koşullarda bir daha başlar.
Doların 1,80 veya 2,00 TL olduğu koşullarda, örneğin. Birikimler devalüasyon oranında tebahhur eder. Bundan da
Fukuşima nükleer santral felaketi yüzünden askıya alınan Türk-Japon nükleer santral görüşmeleri sonbahara kadar tatilde kalabilir.
Her ne kadar Enerji Bakanı Taner Yıldız sabırsızlanıyorsa da Türkiye’nin Japonya’ya “Ya bir an önce masaya dön ya da başkalarıyla konuşmaya başlayacağız” ültimatomu çekeceğini sanmıyorum. Hatta, ara hükümetin işine gelmiş bile olabilir. Seçimler, yeni kabine, hükümet programı, güvenoyu, yaz tatili zaten görüşmelere zoraki bir ara verdirmiş olacaktı.
“Japonlar bizim önceliğimiz” diye konuştu üst düzey resmi bir kaynak. “ ’Biz yapamıyoruz’ demediği sürece görüşürüz. Ama bu ilanihaye bekleyeceğimiz anlamına gelmiyor. Makul bir süre.”
Makul süre ne olabilir?
“Hükümet muhtemelen bu ay sonuna kadar kurulur. Temmuz, ağustos biraz rehavet dönemidir. Eylül, ekimde hareketlenir diye bekliyoruz.”
Eximbank kredileriyle destekli Japonya her zaman ağır siklet altyapı yatırımcılarında Türkiye’de önemli bir oyuncu oldu. İzmir Körfezi üzerine yapılacak köprü muhtemelen bir Japon şirketine ihale edilecek. Japonlar üçüncü köprü ile de ilgileniyorlar.
“Japonlarla bir sadakatimiz var” diye konuştu kaynağım. “Bir nükleer meselesi yüzünden bütün ilişkileri
Almanya’nın da çılgın bir projesi var: Elektriğinin neredeyse dörtte birini elde ettiği nükleer enerjiden tamamen vazgeçmek.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Japonya’da meydana gelen nükleer felakete Alman halkının gösterdiği şiddetli tepkiye ayak uydurarak ülkede faaliyet gösteren 17 nükleer santralı kapatacak. Hem de on yıl içinde.
Kaybolan üretimin yerini doldurmak için yeni gaz santralları kurulacak, yenilenebilir kaynaklardan daha çok yararlanılacak.
Merkel bu radikal kararı alırken sadece kamuoyundan yükselen protesto seslerine kulak vermedi. Önce uzmanları dinledi. Onlar “Bu iş yapılabilir” dedikten sonra nükleer santralların ipini çekti.
Avrupa Yatırım Bankası, geçen gün yaptığı bir açıklamada, Almanya’ya on yıl içinde 90 milyar euro’ya mal olacak programının “uygulanabilir” olduğunu söyledi. Avrupa Birliği’nin yatırım kolu olan banka, programın yüzde on beşini finanse etmeye hazır. Gerisini özel bankalar ve girişimciler kolaylıkla karşılayabilecek.
Ozanköy
Karanlık basınca ben içeri giriyorum, mahlûkat dışarı çıkıyor. Ama bu akşam arkadaşımla beraberim ve güneş battıktan sonra da bahçede oturup konuşmaya devam ediyoruz.
Bahçenin, arkadaşımın Sivrisinek Köşesi adını taktığı yerindeyiz. Dağlar göründüğü için burada oturmaktan hoşlanıyor. Galiba sivrisinekler de dağları görmekten hoşlananları ısırmaktan hoşlanıyor çünkü bu mevkide bahçenin diğer yerlerinden çok sivrisinek var ya da bize öyle geliyor.
Koltuklarımızın arasında duran masanın altında, küçük bir kovanın içinde, pek işe yaramadan sinek-savar bir mum yanıyor.
İlk çıkan daha tam karanlık olmadan beliren yarasalar oluyor. Dalışlar yaparak sinek yiyorlar. Yeryüzünde yaşayan 1240 kadar yarasa cinsinin yüzde yetmişi sinek ile besleniyor.
Karanlıkta tatarcık veya sivrisinek gibi minik yaratıkları nasıl görürler, derseniz yarasalar Ekolokasyon denilen “sesle yer belirleme” yöntemiyle “görür.”
Yarasa yankı yapma özelliği yüksek, ultrasonik, yani yüksek frekanslı bir ses çıkartır. Bu ses onun çevresindeki bütün cisimlere çarparak yankılanır. Beyinleri ve duyma organları, yollanan sesle yankılanan ses arasındaki farkı karşılaştırarak yarasanın çevresini
Yunanistan paranın icadından bu yana bir ülkenin yaşayabileceği en büyük iflaslardan birini yaşıyor.
İlk yardım olarak 110 milyar dolar aldı. İkinci yardım olarak da, 60 milyar dolar vaat edilmiş durumda, ama bunlara rağmen kurtuluş ümidi az.
Bu şişman çekleri komşumuza hazırlayan üç örgüt var: Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve eski dostumuz Uluslararası Para Fonu.
Biz de çok iflas ettik ve IMF’den çok para, Avrupalılardan çok öğüt aldık. Ama, Yunanistan’ın yanında aldığımız krediler sinema teşrifatçısının eline sıkıştırılan para gibi kalıyor.
Yunanistan neden battı? Daha önemlisi, neden batık kalmasına izin verilmedi?
Yunanistan çok kötü yönetildiği ve mali durumu hakkında sürekli yalan söyleyerek borçlanmaya devam ettiği için battı.
Yunanistan euro bölgesine alınmamalıydı çünkü ekonomik ve mali durumu giriş koşullarını karşılamıyordu. Bu koşullar hakkında yalan söyledi. Onu euro’ya alan ve bugün hakaret yağdıran Almanya gibi ülkeler de yalan söylediğini biliyorlardı. Efendilik yapıp, euro’ya dahil olduktan sonra, durumunu düzeltir diye ümit etti Avrupalı abiler. Ama tersi oldu. Sokrat’ın torunları kolay yaşamaya alıştıkları için borçlanmaya (ve yalan
Önemli olaylar meydana geldiğinde, büyük kazanç ve kayıp dönemlerinde, günlük yorumlara değil eski kitaplara, zamana direnmiş bilgeliklere kulak vermek gerek. Ben böyle yaptım ve siyah ve beyaz Türklere, yüzlerce yıl öncesinden, Hazreti Süleyman’a atfedilen bazı mısralar getirdim.
Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.
Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var.
Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var.
Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var.
Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var.
Ağlamanın zamanı var, gülmenin zamanı var.