Kıbrıslı Rumlar Türkiye’nin adaya çıktığı 1974’ten bu yana en büyük felaketlerini yaşıyorlar.
Üç yıl kadar önce, İran’dan Suriye’ye giderken, Amerika’nın baskısıyla denizde el konulup, Larnaka’daki donama üssünde açıkta depolanan 97 konteyner cephaneliğin patlaması sonucunda on iki kişi hayatını kaybetti, altmışa yakın kişi yaralandı.
Patlama büyük bir bölgeyi etkiledi. Üç kilometre ötede bir lokantanın camları patladı.
Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas patlamayı “İncil’de anlatılanlar boyutunda bir felaket” olarak tanımladı. Olayda ihmali var çünkü defalarca cephaneliği üsten kaldırıp emin bir yere taşımayı öneren devletlerin önerilerini ret etti. Bu nedenle gelecek seçimlerde İncil’de anlatılanlar boyutunda bir felaket de o yaşayabilir.
Patlamanın bir de ekonomik boyutu var ki uzun süre kendini hissettirecek.
Turizm zarar görecek
Neil Ansell 30 yaşında, “bütün köprüleri yakıp” Galler ülkesinin en ücra köşelerinden birinde, elektriği, gazı, akarsuyu, telefonu olmayan küçük taş bir evde beş yıl yaşadı.
Etrafı koruluklar, ağaçlıklarla çevriliydi ve evinden fazla uzakta olmayan bir yerde bir dere akıyordu. Kimseye rastlamadan herhangi bir yöne doğru otuz-otuz beş kilometre yürüyebileceği kadar ıssızdı Penlan. Haftalarca bir insanla karşılaşmadığı olurdu.
Suyunu kuyudan çekiyor, gecelerini mumla aydınlatıyor, ocağı yakarak ısınıyordu. Olduğunca az alışveriş yapıyordu. Markete gitmesi gerektiğinde kilometrelerce yürüyerek asfalta varıyor, otostop yapıyor, aynı şekilde geri dönüyordu. Gıdasını daha çok bahçesinden, meyve ağaçlarından, mantarlardan, böğürtlenlerden elde ediyordu. Bir aylık çöpü bir süpermarket torbası dolduruyordu.
Gündüzleri vaktinin çoğunu zengin yaban hayatını, mevsimlerle gelip giden, yavrulayan ve yavrularını büyüten kuşları izleyerek geçiriyordu.
Bulutsuz gecelerde gökyüzünde yıldızlar inanılmaz derecede parlak ve yakındı.
Bir gün yarışan iki şahin gördü. Bir süre sonra arkadan gelen ters uçmaya başladı, önde uçanın altına geldi, altlı üstlü pençe tutarak uçtular.
Ekonomi aşırı küçüldüğünde de büyüdüğünde de aynı tepkiyi veriyorsak, yani “vahim” diyorsak, bir yerde sorun var. Küçülme ile ilgili sorun daha basit. Eğer ekonomi bir yıl yüzde beş büyür, ikinci yıl yüzde beş küçülürse, şampanya şişesini buzdolabına koymaya gerek olmadığını herkes bilir. Ama, bu yılın ilk çeyreğinde büyüme hızı 11’e ulaştı. Gene, piyasa oyuncularının ana caddelerde parmaklarının ucunda dans edip eteklerinden sağa sola gül attıklarını görmedik.
Tersine suratlar asıldı ve şu değerlendirmeler yapıldı: Türkiye “kapasitesinin çok üstünde” büyüyor. “Ekonomi ısınıyor.” Devalüasyon olacak, enflasyon tırmanacak, yatırımlar azalacak, işsizlik artacak.
Royal Bank of Scotland ekonomistlerinden Timothy Ash, bizim gibi ülkelerde, “hemen hemen her zaman, cari açığın gayri safi milli hâsılanın yüzde onu civarına yerleşmesi gözyaşı ile sonuçlanır” dedi. Bunlar doğru mu? Türk ekonomisi hangi ölçüye göre ısınıyor? Türkiye’nin ideal bir “büyüme kapasitesi” var mı? Varsa nedir? Yapı Kredi Araştırma Analisti Eren Ocakverdi birkaç gün önce yayınladığı ilginç bir raporda bu soruların cevabını irdeledi. Ve şu sonuca vardı:
Türkiye için sürdürülebilir büyüme oranının ne olduğu
CHP genel merkezinin önünde toplanıp saç yolma ve göğüs yumruklama eylemi yapmayı düşünenler varsa lütfen beni de çağırsınlar.
Elli yıla merdiven dayayan gazetecilik hayatımda Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok akılsız işler yaptığını gördüm. Ama milletvekilliği yeminini boykot etme kadar akılsızını görmedim. Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP kendini aşmaya başladı.
Ergenekon sanığı Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ı milletvekili adayı yapmak yanlış bir işti. CHP’li değildiler bir defa. Siyasi bir görüş değil siyasi bir oyunun temsilcisi olarak aday gösterildiler. Seçildikten sonra salıverilmeleri halinde, CHP, yargıya ve AKP’ye dilini çıkartma fırsatını elde edecekti, başka bir şey değil.
Ergenekon sanıklarının, yargılanmaları sonuçlanmadan ağır hapis cezası çekmeleri, skandal bir insan hakları ihlalidir. Bu ve buna benzer davalar, artık kimsenin ilgilenmediği bir şekilde uzayıp dal budak salarak kendi kendilerini çürütmekte. Ama hukuksuzlukla arka kapıdan adam kaçırmaya çalışarak savaşılmamalıdır.
Demokrasi savaşı mı?
CHP boykotunu tutuklu milletvekillerinin yemin etmek üzere serbest bırakılmamasına karşı verilen bir “demokrasi savaşı” gibi sunmaya çalışıyor. Ama
AKP iktidara gelmeden önce Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım gibi egemen çevrenin imtiyazlıları gözaltına alınamazdı. Suç işlediklerine dair kanıt olsa bile.
Bir baba, dede, yeğen veya paşa devreye girer, kapıyı çalmadan önce polisi geri çevirirdi.
Bu gibi olayları çook ama çok gördüm.
Bu memlekette, savcı, eski başbakan Mesut Yılmaz’ın ifadesini almak için yazlık evine gitmek zorunda bırakılacak kadar küçültüldü, bir zamanlar.
Kanıtlı yolsuzluk haberleri yayınlandı ama kimsenin kılı kıpırdamadı. Hazineden servet kaldıranlar lüks hayatlarını ceza korkusundan uzak yaşadılar.
2001 krizinin nedeni bazı başbakanların ve ekonomiden sorumlu devlet bakanlarının, dürüst olmayan bankacıları, Hazine’nin uyarılarına rağmen korumaları ve kollamalarıdır. Bedel karşılığında soygunu onayladılar.
AKP’den önceki dönemde dokunulmazlığı olan sadece milletvekilleri değildi. İşadamları, bankacılar, medya patronları, futbol ağaları, mafya babaları, PKK’ya karşı çıkmak için devletten para alan Kürt şıhlar, ahlaksız polis şefleri, rüşvetçi, yargıçlar ve daha birçoğunu içine alan geniş bir zümre dokunulmazdı.
Avrupa Birliği ile üyelik görüşmelerinin başlamasından altı yıl sonra hükümet Avrupa Birliği Bakanlığı kurdu.
Bakanlık (eseme!) “Avrupa Birliği üyeliğine yönelik yapılacak çalışmaların yönlendirilmesi, izlenmesi ve koordinasyonu ile ilgili çalışmaları yürütecek.”
Çıkmaz ayın son çarşambasında gerçekleşmesi beklenen üyelikten sonra da “çalışmaların koordinasyonu” işini yapacak.
Aslında, bu yazıya “Avrupa Birliği üyeliğinin hiçbir zaman olmadığı kadar uzak olduğu bir dönemde, Avrupa Birliği Bakanlığı kuruldu” diyerek de başlayabilirdim.
O zaman ne oluyor?
Olan şu: 2000 yılında “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanmasına yönelik çalışmaları yönlendirmek üzere” Başbakanlığa bağlı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulmuştu. Bilahare, Egemen Bağış başmüzakereci atanmış ve bu kurumun patronu olmuştu. Eğer sekreterliğin sitesine girerseniz, sayfanın sol başında, kayınbiraderinin bitmemiş portresindeki Mozart’ı andıran bir Bağış tarafından karşılanacaksınız.
Hükümetin seçimlerden önce yayınladığı rekor sayıda kanun hükmünde kararnamenin getirdiği en tartışmalı ve muhtemelen en başarısız olmaya mahkûm kurum bakan yardımcılığıdır.
Bakan yardımcıları “Hükümetin görev süresi ile sınırlı olarak” görev yapacaklar.
Maaşları dokuz milyon lira civarında olacak. Bu, ortalama müsteşar maaşının üçte bir kadar üstündedir.
Müsteşar olmak için sıkı bir eleme sürecinden geçmek, üniversite mezunu olmak, on yıldan fazla devlet memurluğu yapmak gibi şartlar var. Bakan yardımcılarında bu şartlar aranmayacak. İlkokul veya lise mezunları, hiç devlet tecrübesi olmayan kişiler de bakan yardımcısı olabilecek.
Bakan yardımcılığı İngiltere ve Norveç dâhil birçok Avrupa ülkesinde var ama biraz uydurma bir kademe olduğu, bakan ile bürokratlar arasına ek bir kadro soktuğu için pek çalışmıyor.
İngiltere’de daha çok genç milletvekillerine devlet deneyimi kazandırmak için kullanılıyor. Norveç’te bakan yardımcıları “tahammül edilmeleri zorunlu birer baş belası” olarak kabul ediliyor.
Bizde durum daha değişik olmayacağa benziyor. Araştırmalarım özellikle üst düzey bürokratların bu düzenlemeden hoşnut olmadığını gösteriyor.
Seçimlere dört gün kala hükümet on iki “kanun hükmünde kararname” yayınlayarak kamu yönetiminde köklü değişiklikler yaptı.
“Kanun hükmünde kararname” hükümetin aldığı fakat güç olarak Meclis’ten çıkan yasalara eşit bir karardır.
Yeni kararnameler yirmi yedi yıldan beri, hükümetin ve bakanlıkların işleyişi ile ilgili yapılan en büyük değişikliği temsil ediyor. Bakanlıkların sayı, yapı ve çalışması önemli ölçüde yeniden tasarlanıyor.
Zamanlaması, kapsamı ve tepeden inmeciliği şaşırtıcı olan bu değişiklikler eninde sonunda herkesi etkileyecek. Ama ne siyasette, ne akademik çevrelerde, ne de medyada pek tepki uyandırmadı.
Hükümet herhalde bu sonucu elde etmek için kararnameleri seçimlere yakın bir tarihte yaptı. MHP’lilerin seks hayatı ve Kürt milletvekillerin Yüksek Seçim Kurulu ile serüveni dururken kanun hükmünde kararname kimin umurunda olacaktı?
Kararnamelerle yeni bakanlıklar kurulacak. Mevcut bazı bakanlıklara yeni görevler verilecek. Devlet Planlama Teşkilatı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği gibi bazı kurumlar bakanlıkların içinde eritilecek.
Devlet bakanlıkları kaldırılacak. Bakan yardımcılığı gibi şimdiye kadar ülkemizde bulunmayan,