Bakan Suat Kılıç’ın seçimi

25 Ağustos 2011

Formula Bir’in kaderinin ne olacağı birkaç hafta içinde Spor ve Gençlik Bakanı Suat Kılıç ile Formula 1 patronu Bernie Ecclestone arasında yapılacak görüşmelerde belli olacak.
Yedi senden beri düzenli olarak yapılan yarışlar iki taraf arasındaki kontratın sona ermesi ve yenisi üzerinde anlaşma sağlanamaması yüzünden bu yıl yapılamadı.
Tıkanıklığın nedeni yarışlar karşılığında Formula Bir’in Türkiye’den aldığı 13,5 milyon dolarlık bedeli 26 milyon dolara çıkarmak istemesidir.
Formula Bir yetkilisinden aldığım bilgiye göre zam talebinin arkasında iki neden var. Yarışlara talip olan ülkelerin artması, yeni isteklilerin Türkiye’nin ödediğinden daha fazla para ödemeye hazır olması. Türkiye’de bilet, sponsor vesaire gelirleri çok az olduğu için önden para alıp gelir açığını kapatma isteği.
Türkiye zammı fahiş buluyor.
Bakanın seçimi kolay değil.
Uzlaşmaya kapıyı kaparsa Formula Bir’i Türkiye’den atmış adam olacak. Ecclestone’un talebini karşılarsa, seyircisi olmayan, zengin işi bir azınlık sporuna memleketin parasını harcamaya devam edecek.

Yazının Devamı

Özerk kurumlar da sizlere ömür oldu

24 Ağustos 2011

AKP, kamu yönetimini kendine, merkeziyetçi ve otoriter anlayışına uydurmaya devam ediyor.
Bu defa giyotine gidenler Rekabet Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu gibi sekiz “özerk” kurum oldu.
Hükümet geçen hafta yaptığı bir düzenleme ile bunları ilgili oldukları bakanlıkların bir departmanı haline getirdi. Var olmaları ile olmamaları arasında bir fark bırakmadı.
Bundan böyle piyasa bu kurumların bütün kararlarını objektif değil siyasi olarak değerlendirecek.
Özerk kurumlar 2001 krizinden Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu IFM ve Dünya Bankası’nın yardımıyla uygulamaya koyduğu reform programlarının önemli bir öğesi idi.
Amaçlanan önemli sektörleri siyasi etki dışına çekmek, Rekabet Kurumu ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu aracılığıyla ekonomiyi daha iyi çalışır hale getirmekti.
Bu amaçlar bazı kurumlarda daha az, bazılarında daha çok gerçekleşti ama hiçbirinde istenilen düzeyde olmadı. Kamu İhale Kurumu, örneğin, iktidarın cebine dokunduğu için ta başında hadım edildi.

Yazının Devamı

Bir bulutu anlamak

20 Ağustos 2011

Doğanın sergilediği güzelliklerin en “halka açık” olanı bulutlardır. Ağaçların arasında bulunmak için ormana gitmek gerek. Deniz için denize yakın bir yerde olmak lazım. Bulutları seyretmek için gökyüzüne çıkmaya veya başka bir yere yolculuk yapmaya gerek yok. Herhangi bir yerde başınızı kaldırın veya pencereden dışarı bakın, yeter.
Ressam Constable, “Hiçbir şeyi görmeyiz, onu iyice anlamadan” der.
Bulut sudur ama bardakta duran suya benzemez çünkü onu meydana getiren su zerrecikleri çok küçüktür. Her metre küp bulutta, her biri bir milimetrenin birkaç binde biri kadar küçük, on milyar su zerreciği bulunur. Buluta opak, beyaz rengini veren bu minik zerrelerin her birinin düzeyine vuran ışığın her bir tarafa saçılmasıdır.

Fillerin ruhsal akrabaları
Hindu ve Budist inancına göre kümülüs veya diğer adıyla küme bulutlar fillerin ruhsal akrabalarıdır. Bu nedenle Hindistan’da filler kutsal tutulur, gökyüzündeki akrabalarını yağmur halinde yeryüzüne çağırıp Hindistan’ın kurak yazından sonra bereket getirsinler diye.
Sanskrit yaradılış mitlerine göre, zamanın başlangıcında yaratılan filler beyazdı. Uçmak için kanatları vardı. İstedikleri zaman şekil değiştirebiliyorlardı

Yazının Devamı

Türkiye antidepresanda rekora koşuyor

19 Ağustos 2011

Son altı yıl içerisinde Türkiye’de antidepresan ilaç satışları yüzde yetmiş oranında arttı.
İlaç endüstrisinden aldığım verilere göre 2005-2010 yılları arasında satışlar 20 küsur milyon kutudan 34 milyon kutuya yükseldi.
Bu, aynı dönemde toplam ilaç satışlarında meydana gelen artışın iki mislidir.
Ne oluyor? Ülkede ruh hastalıkları salgını mı var?
Cevap, soruyu kime sorduğunuza bağlı.
İlaç endüstrisine göre, son yıllarda sağlık reformları daha çok insanın ilaç ve sağlık hizmetlerine ulaşmasını sağladı. Doktora gidemeyen veya ilaç alamayan ruh hastalarına yol açıldı. İlaç satışları bu nedenle arttı.
Bu pek inandırıcı bir açıklama değil.

Yazının Devamı

Panik atak hastalık mı, ruh hali mi?

18 Ağustos 2011

Havva (bu onun gerçek adı değil) ilk panik nöbetine yeni satın aldığı evine taşındığı gece tutuldu.
“Taşınmak istemiyordum” diye anlattı. “Kiralık bir katta oturuyordum ve mutluydum. Odalardan, pencerelerimden görünen manzaradan memnundum. Ama bir gün gelip kira ödeyemeyecek duruma düşmekten korkuyordum. Onun için kelepir bir ev bulunca satın aldım ve taşındım. Ama evden nefret ettim. Köyün ortasında, diğer evlerin arasında, içe dönük bir evdi.”
Geceleyin aniden uyanmış. Şiddetli bir endişe hissediyormuş. Nefes almakta zorlanıyormuş. “Boğuluyorum sandım” diye anlatıyor.
Birkaç saat sürmüş bu durum. Sonra yatışmış ve yeniden uykuya dalmış.
O günden beri birkaç ayda bir panik atakları yaşıyor.
Havva yalnız yaşayan bir kadın. Yaşayan tek akrabası kız kardeşi, o da başka bir ülkede yaşıyor. Eve taşındığında ellilerinde idi. Aradan sekiz sene geçti.
“Gündüzün o kadar büyük sorun değil” diyor. “Etraf aydınlık, ortalıkta insanlar var, kendini meşgul edecek şeyler buluyorsun. En kötüsü geceler. Yatakta uzanmış şunu bunu düşündüğün anlar.”

Yazının Devamı

Hayattaki en lüks şey

17 Ağustos 2011

Bir gün bir arkadaşımla kırlarda yürüyordum. Bana sordu. “Hayatta en lüks şey nedir, biliyor musun?”
Hayır dedim. Nedir?
“Sabahleyin istediğin zaman yataktan kalkmak.”
Düşündüm. Daha lüks bir şey bulamadım.
Söylediği bir hayat tarzının özeti idi, aslında.
Özgür olacak kadar para veya keyif sahibi olmak, işe gitmemek veya istediğin zaman gitmek, hayatını başkalarının keyfine göre düzenlemek zorunda olmamak. Bu gibi şeylerin bahşettiği bir lükstü yataktan istediğin zaman kalkmak.
Tanışıklığımız eskiye gitmiyordu. Bildiğim kadarıyla babasından kalan bir gayrimenkul işini büyütmüştü. Arazileri, kira getiren malları vardı.

Yazının Devamı

Yaşayan bütün şeylerin Everest’i

13 Ağustos 2011

İnsan ömrü ile ağaç ömrü farklıdır. İnsan ömrü (“üç yirmi ve bir on”) bir ağacın hayatının bütün evrelerine şahit olamayacak kadar kısadır.
Ağaçlar ise yeryüzünün en uzun ömürlü organizmaları arasındadır. İnsanın baltayla ormana girmesinden önce bakir ormanlarda altı bin yıl yaşayan ağaçlar vardı. Bakir, insan tarafından rahatsız edilmemiş ormanlara verilen isimdir.
Bu ormanlardan biri Kaliforniya’da idi. 1850’lere altın bulununca o yöne beyaz insan akını başladı. Altın ararken bunların karşısına bin kilometre karelik bakir bir kızılağaç ormanı çıktı.
Kızılağaç veya sekoya (Sequoia sempervirens) yaşayan bütün şeylerin Everest’idir. Uzunluğu 180 metreyi bulur.
Şu tarif bu ağaçların ne kadar yüksek olduğunu belki daha iyi anlatır: Kızılağaçların en uzunlarından birinin yere en yakın olan dalının 45 metre yükseklikte olduğu ölçüldü. Dalın uzunluğu 45 metre, çapı neredeyse iki metre idi. Yani, en büyük karaağaçtan daha büyüktü.
Her şey o kadar yavaş büyür ki kızılağaç ormanında zaman geçmez gibi görünür.

Yazının Devamı

Avcı babası ve o

12 Ağustos 2011

Şadi Yazgan, beş yaşında iken, anne ve baba ve üç kız kardeşi ile birlikte İstanbul’dan ailesinin kökünün olduğu Erzincan, Eğin’e gitmiş.
Yıl 1912. Niyet iki-üç ay kalmakmış. Ama Birinci Dünya Savaşı patlak verdiği, yollar güvenli olmadığı için altı yıl kalmışlar.
Eğin’in zenginlerinden olan babası boş bir ev satın alıp okula çevirmiş. Hasan Fahri bey adında bir öğretmen burada küçük Şadi ve birkaç komşu çocuğunu okutmaya başlamış.
İstanbul’a dönme zamanı gelince, Fahri Bey “Son hizmet” olarak, Şadi’nin eline tavsiyelerini içeren bir mektup vermiş. Dört numaralı tavsiyesi şu imiş: “Birtakım kuşcağızın canını yakma. Avcılığa=cellatlığa heves etme.”
Diğer tavsiyeleri tuttu mu bilmiyoruz. Ama kızı Nergis Yazgan’ın yeni çıkan Avcı Babam ve Ben kitabından anlıyoruz ki bu tavsiyeyi tutmamış.
Av, Şadi Yazgan’ın hayatının merkezi olmuş. Almanya’da yüksek eğitim yaparken, iş hayatında, İstanbul’da emekliliğinde, başka şeyleri ihmal etmiş ama avı, asla.

Yazının Devamı