Dünkü yazımda anlattığım gibi, psikiyatrik hastalıkların büyük bir bölümü uydurmadır, bilimsel temelden yoksundur.
Bu mesleğin çocuklar için de icat ettiği bir sürü “hastalık” var.
Bu düzmece hastalıkların en ünlüleri Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’dur. Hiperaktivite, aşırı hareketlilik demektir. Dikkat eksikliği ise odaklanamama, başlanan işin arkasını getirememe, bir daldan diğer dala atlama eğilimidir.
Başka “hastalıklar” da var.
Dik başlı çocuklarda, “Karşıt olma, karşı gelme bozukluğu” var. Okuma yazma öğrenmekte ortalamanın altında kalan çocuklar “Öğrenme bozukluğu” ile maluldür. Bir de, “Duygudurum bozuklukları” var. Neşesiz, üzgün veya depresif olan çocuklar bu tarife sokuluyor.
Çocuklarda bu ve buna benzer ruh halleri olduğu bir gerçektir. Ama bunlar zamanın başlangıcından beri vardı ve yakın zamanlara kadar hastalık değildi.
Dik başlı olma veya karşı gelme bir kişilik özelliğidir. Okuma yazmada ortalamanın ardında kalma, hatta sonuncu olma da bir hastalık değildir. Çocukların okuma yazma öğrenme hızları arasında büyük farklar var ve bu normaldir.
Tıbbın bütün dalları arasında bilimsel temeli en zayıf olan psikiyatridir. Psikiyatri, 1970’lerin sonuna kadar bu mesleğin babası sayılan Sigmund Freud’un anlayışına göre icra edilirdi. Freud’a göre ruh ve sinir hastalıkları, daha çok, çocuklukta meydana gelen olayların şuur altında yarattığı çatışmaların sonucu idi.
Bu ilaçsız, konuşma ve dinleme yoğun haliyle psikiyatri diğer doktorlar ve halk tarafından pek ciddiye alınmıyordu. Psikiyatristler ve koltukları sayısız karikatür konusu oldu.
1950’lerden başlayarak ABD’de ilk sinir ilaçlarının piyasaya sürülmesi ile psikiyatride yeni bir dönem açıldı. Psikiyatrinin dikkati ilaçlara ve beyne yöneldi. Hastaların hayat öyküleri arka plana atıldı. Tedavi, hastaların beyin fonksiyonunu etkileyen haplarda aranmaya başlandı.
Bu arayış şu teoriye dayanıyor: Ruh ve sinir hastalıkları beyindeki kimyevi dengenin bozulmasından kaynaklanıyor.
Ne var ki, sayısız araştırmaya rağmen bu kanıtlanamadı. Ama sanki de hastalık kesinlikle beyindeki kimyevi bir bozulmanın sonucu imiş gibi, doktorlar hastalarını ilaçla tedavi etmeye başladılar. Ağır yan etkileri olan bu ilaçların etkili olup olmadığı tartışmalı olmasına rağmen...
365 ruh
Bazı köşe yazarları, bir zamanlar, Erdoğan ve AKP söz konusu olduğunda boksör Muhammed Ali gibi “kelebek gibi süzülür, arı gibi sokar,” idiler.
Sonra, Cahit Külebi’nin sözleri ile, “alem değişiverdi/ ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.”
Erdoğan sopayı gösterdi.
Anladılar ki ya gidecekler, ya munisleşecekler. Nitekim bazıları daha az satan ama istediğini söyleyebilen gazetelere gittiler veya yollandılar. Bazıları ayrıldı.
Bazıları ne gitmek ne de yollanmak istiyorlardı. Bunlar munisleşip sevimlileşme yoluna saptı. Aralarından, belki kucağına alır ve okşar diye, kedi gibi Erdoğan’ın çevresinde dolaşıp postunu bacaklarına sürtmeye başlayanlar
bile çıktı.
Bu arkadaşlara bol şans dilerim. Ama, manzara hoş olmadığı, hatta zaman zaman mide bulandırdığı için, her ne kadar üstüme vazife değilse de, bir şeyler söylemek istiyorum.
OZANKÖY
Eğer Metin Münir’i çaktırmadan mutfak penceresinden gözlüyorsanız ve koltuğunun altında küçük kırmızı bir battaniye ve bir yastık ve elinde bir şişe, ne halt karıştırdığını merak ediyorsanız nazlanmadan hemen söylesin: Yoğurt yapmaya hazırlanıyor.
Bir süre önce meraklı bir gazeteci arkadaşımla konuşurken konuyu süpermarketlerde satılan endüstriyel yoğurtlara getirdi. Neden, konuşacak bir milyon başka konu varken, bana yoğurt endüstrisinin perde arkasını anlatma ihtiyacı duydu, bilmiyorum. Gazeteciler böyledir. Bir konuyu araştırırlar. Bilmedikleri birçok şey öğrenirler. Veya öğrendiklerini sanırlar. Sonra, önlerine gelene, “imdat” diye bağırtıncaya kadar, anlatırlar.
Kendimden biliyorum.
Neyse. İsterseniz ne anlattığını size anlatmayayım. Sadece o günden sonra yoğurttan kesildiğimi söyleyeyim.
Ama yoğurtsuz hayat karpuzsuz çekirdek gibidir. Kendi yoğurdumu kendim yapmaya karar verdim.
Bu arada bir parantez açayım.
OZANKÖY
Haziran ayından itibaren, bahçemin bazı yerlerinde, baston ucunun girebileceği genişlikte delikler görünmeye başlar. Bunlar üç mevsim yeraltında yaşayan ağustosböceklerinin yeryüzüne çıkmak için açtıkları deliklerdir. Ağustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra kabuğun delip içinden çıkar ve uçup bir dala konar. Erkekse, eş çekmek için şarkı söylemeye başlar. Çiftleştikten sonra ağustosböceği yumurtalarını yırttığı bir ağaç kabuğunun altına yerleştirir. Sayıları birkaç yüzü buluncaya kadar tekrar tekrar buraya yumurta bırakır. Yavrular, yumurtadan çıktıktan sonra, yere atlar ve bir sonraki haziranda kadar içinde yaşamak için kuyu kazmaya başlar. En alçağı 30 santimetre olan bu delikler bazen 2.5 metre derinliğe kadar iner. Bilim adamlarının tahminine göre ağustosböceklerinin çiftleşme mevsimine kadar yer altında yaşamalarını nedeni onları avlayan kuşlardan ve arılardan korunmak içindir. Dünyanın birçok yerinde yüzlerce çeşit ağustosböceği var.Bunlar arasında 17, 13 yıl toprağın altında yaşayanlar var.
Aynı anda nasıl çıkıyorlar?
Bu kadar uzun süre toprağın altında nasıl yaşadıkları muamma değil. Ağaç köklerini emip içlerindeki gıdayı alıyor. Ama yeryüzüne çıkmak
OZANKÖY
Akdeniz sıcağı arabaların ve evlerin içine saklanarak ve öğle saatlerinde kaşlarını çatarak hükmünü devam ettirmeye çalışıyor ama artık saltanatının sonuna geldi. Dün gece ilk defa pencereden gelen esinti beni üşüttü. Bu sabah ilk defa ağustosböceklerinin sesini duymadım. Dünya yerini değiştiriyor, günler kısalıyor. Akşamüstü ormanda yürürken, birkaç hafta önce güneş olan yerler artık gölge. Çok geçmeden buralarda tişörtle yürüyemez olacağım. Ormanda, arabayı her zaman park ettiğim yere, karşı istikametten gelen iki araba ile beraber varıyorum. İçi kızlı erkekli genç insan dolu, iki küçük araba. Gürültüyle inip uçurumun başına kondurulmuş seyir platformuna koşuyorlar. Her iki arabada da pencereleri ve müziği sonuna kadar açık bıraktılar. Hayalimde, bastonumu kafalarında kırarak hızla oradan uzaklaşıyorum. Aklıma, radyoyu sonuna kadar açıp bütün konu komşuyu rahatsız ettiğim lise günlerim geliyor. Mahallenin en güzel kızına aşıktım. Dinlediğim müziği o da duysun, o anda benime aynı şeyleri hissetsin isterdim.
‘Mektupçuk Aşkı’
Gizli gizli, elden, mektuplar verip birbirimizi ne kadar sevdiğimizi yazardık. O zamanlar Lefkoşa’da aşklar öyle idi. “Mektupçuk aşkı.”
Belleğin akıl ermez özellikleri var. Yaşanan mutlukları kolay unutur. Mutsuzlukları ise mezara kadar saklar.
Hatırlamak istediklerini unutur, unutmak istediklerini hatırlar insan. Mutsuzluk yanağa konan bir öpücük gibidir. İz bırakmaz. Mutsuzluk yanağa atılan bir jilet.
Elem kaynar su gibi yakar ve iz bırakır. Sevinç uçarken havuzdan su içen kırlangıç gibidir. Mutsuzluk kişiliğe şekil veren olduğu için mi demir atıyor akla?
Bir çocuk. Annesi onu şehirdeki anneannesine bırakıp köye kocasının yanına dönüyor, ağlamalarına ve çığlıklarına kulak asmadan. Çocuğa hiçbir açıklama yapılmadı. Neden sürgün edildi, anlamıyor. Oda oda dolaşıyor. Balkondan üzerine incir dalları sarkan şadırvana, kapısından hiç kimsenin girmediği boş camiye bakıyor. Şen çığlıklarla uçan, istedikleri yere gidebilen kırlangıçları seyrediyor. Çok geçmeden gece olacak, boş odalar, koridorlar korkunç şeylerle dolacak.
Daha bilmiyor. Bu günleri ve geceleri ölünceye kadar taşıyacağını, her çocuğun dağarcığında böyle yirmi dört saatler olduğunu.
Bir çocuk. Karanlıkta yalnız kalmak ona dehşet veriyor ama yalvarmalarına rağmen annesi lambayı söndürecek, geceye babasıyla baş başa devam etmek için. Ardından
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı Formula Bir’in Türkiye ayağını düzenleyen Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu (TOSFED) Başkanı Mümtaz Tahincioğlu ve dört federasyonun üst düzey yöneticisi ile ilgili dolandırıcılık iddialarını araştırıyor.
Aynı iddialar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da soruşturuluyor.
Türkiye spor tarihinde eşi olmayan bu olay Federasyon’un dokuz yönetim kurulu üyesinden altısının, “satın alma konusunda yapılan usulsüzlükler” nedeniyle Tahincioğlu’nu protesto ederek istifa etmesiyle başladı.
Bunlar eski Galatasaray başkanı Faruk Süren ve otomobil sporları dünyasında ünlü kişiler olan Aytaç Kot, Selim Topaloğlu, Doruk Gökşin, Oyman Atabay, Satvet Çiftçi’dir.
Doruk Gökşin hariç bu grubun üyeleri Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne Tahincioğlu hakkında bir ihbar dosyası yolladı. “Federasyonda yapılan bir takım yasadışı uygulamaları ve usulsüzlükleri, gereğinin yapılması için bilginize sunuyoruz,” dedi.
Bir ay sonra Satvet Çiftçi ve Oyman Atabay benzer bir dosya ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusu yaptı.
Tahincioğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Doğan Ekmekçi, eski Genel Sekreter Banu Başeren, Spor