Tuzu nasıl bilirdiniz?

13 Ekim 2011

Gerçek bildiklerimizin ne kadarı gerçekten gerçek? İsviçre’de yer altındaki dev tünelde kâinatın nasıl meydana geldiğini deneylerle öğrenmeye çalışan bilim adamları ışıktan hızlı parçacıklar keşfetti.
Oysa Albert Einstein (1879-1955) Özel Görelilik Kuramı ile bize hiçbir şeyin ışıktan hızlı hareket etmesinin mümkün olmadığını öğretmişti. Tanrı kendi kurallarına uymak zorunda olduğu için o da ışıktan hızlı seyahat edemezdi, Einstein’e göre.
Her yerde hazır ve nazır olamazdı.
Ama acaba Tanrı’nın kuralları
bilinebilir mi?
Cenevre Parçacık Araştırma Laboratuvarı CERN’de yapılan buluşun kabul görmesi için birçok defa tekrarlanması gerekir. Ama sonucun aynı çıkmaması için bir neden yok. Bu olması halinde neredeyse yüz yıldır inanılan büyük bir gerçeğin doğru olmadığını ya da her koşul altında doğru olmadığı anlaşılacak.
Dünyanın kâinatın merkezinin olmadığının anlaşılması gibi.

Yazının Devamı

Ankara mı? Ankara da nereden çıktı?

12 Ekim 2011

Aşağıdaki paragrafı Anka haber ajansının bülteninden aldım. İçinde çok ilginç bir bilgi var. Hangisi?
Bu yılın ilk yarısında, ülkenin toplam bütçe gelirlerinin yüzde 40’ını 58 milyar TL ile tek başına İstanbul sağladı. İstanbul’un en yakın takipçisi 20 milyar TL ile Ankara idi. Üçüncü sırada 15 milyar TL ile Kocaeli, dördüncü sırada 13 milyar TL ile İzmir var.
İstanbul Türkiye’nin en kalabalık ilidir ve finans ve endüstri merkezidir. Kocaeli Türkiye’nin en endüstri yoğun ilidir. İzmir Türkiye’nin turizm ve tarım bakımından en müreffeh bölgesinin başkentidir.
Ama Ankara? “Memur şehri” sınırları dahilinde kayda değer üretim olmayan Ankara da nereden çıktı? Nasıl oluyor da neredeyse Kocaeli ile aşık atıyor, Bursa, Kayseri, Konya, Gaziantep gibi illerin önüne geçiyor?
Cevap basittir: Ankara’yı vergi ödeyen iller sıralamasında tepeye oturtan hükümetin imzaladığı çeklerdir. Bu çeklerin en büyüklerini alanlar büyük bir olasılıkla müteahhitlerdir. Ardından kamu iktisadi teşekkülleri, memurlar falan gelmeli.

Taahhüt sektörü

Yazının Devamı

Sırtüstü yüzerken yükseklerde

8 Ekim 2011

Ozanköy

Sırtüstü yüzerken yükseklerde, çok yükseklerde doğuya doğru göç eden bir kuş sürüsü gördüm.
O kadar yükseklerdeydiler ki, teker teker seçilmiyordu, kuşların bir bütün olarak meydana getirdiği siyah şekil görünüyordu. Önce kaş, sonra sıra oldular.
Nasıldı orada olmak? Zor ve zahmetli miydi, kolay ve keyifli mi? Arkada bıraktıkları yerin özlemi içinde miydiler, varacakları yer için sabırsızlanıyorlar mıydılar?
Etrafında bir uçak olmadan oralarda olmak nasıl bir şeydi?
Göze kaçmış bir kirpik gibi oldular gökyüzünde, o kadar küçük. Hani bazen inatla bir uçağı seyredersiniz uzaklaştıkça görülmesi zor olur ve öyle bir an gelir ki, bilirsiniz, gözünüzü ayırırsanız onu bir daha bulamayacaksınız. Yüzerken bir ara gözüme su kaçınca başımı çevirdim ve tekrar aynı yere baktığımda onları göremedim. Ama biliyorum, nedense o kıpır kıpır uzaklaşan yay veya çizgi hiç aklımdan çıkmayacak. Sanki yolculukları dünyanın başka bir yerine değil kainata idi.
Daha birkaç hafta önce kalabalık ve gürültülü olan plajda bir ben varım, bir de kayaların üzerinde oturan siyah saçlı, genç kadın. Her gün bu saatlerde yaşlı bir adamla buraya geliyor. Konuşmadan yan yana yürüyorlar. Sonra,

Yazının Devamı

Sessiz bir çaresizlik için yaşamayı reddeden kadın

7 Ekim 2011

Birkaç haftadan beri bir kadınla mailleşiyorum. “Yıllarca antidepresanlarla yaşadım, ki yaşım sadece 29” diye yazdı ilk mailinde. “Mutsuzluk hastalığına tutulmuştum, halen çok iyi hissettiğimi söylemem. Bazıları, natürel olarak depresif doğuyor. Ben bunlardan biriyim. Sisteme entegre olamayanlardan.”
Kronik can sıkıntısından mustarip idi. Keşke, Serdar Ortaç dinlemekten keyif alabilse, saçlarına röfle yaptırsa, maço bir sevgilisi olsa, İngiliz aksanıyla Türkçe konuşmaya çalışan ve yerli dizi seyreden biri olabilse.
Ama bunlardan hiçbiri olamaz biliyor. O, herkes nehirle akarken kıyıda tek başına duranlardan. TV yerine hayatında başka şeyler var. Bukowski -Pis Moruğun Notları- Leonard Cohen, kırmızı şarap ve sigara.
Bir gün çok uluslu şirketteki iyi pozisyonunu bıraktı, ceketini alıp çıktı. Kalsın istediler, maaş pazarlığı yaptılar. “Umurumda değil, gidiyorum” diye yazdı. “İyi eğitimli, şehirli, hırslı, aç gözlü insanlardan kaçıyorum.”
Ama yine mutsuz. “Her an sıkıntıdan infilak edebilirim” diye yazıyor bir gün. Bir başka gün “Bugüne yine mutsuz uyandım.” Ve bir başka gün: “Her zamanki gibiyim, cinnet öncesi denilebilecek bir ruh hali.”
Tanımadan, onun hakkında

Yazının Devamı

Sessiz bir çaresizlik içinde yaşama, derim

6 Ekim 2011

Geçen gün tanımadığım bir okuyucudan şu maili aldım: “Yazılarını* okudukça hüzünleniyorum. Ama aslında içimdeki şeylerin bir yerlerine değdikleri için bunları bana hissettiriyorlar sanırım. Bazen yazdıklarından çıkardığım şu oluyor:
‘Bırak oğlum işi gücü, ayrıl fabrikadan, al eşini yanına, yürü git İtalya’ya, bir sene onun o çok istediği aşçılık eğitimini birlikte aldıktan sonra da ne halt edeceksen et.’
“Ama tedirginlerim ağır basıyor, telaşlarım artıyor, endişeler kaplıyor aklımı ya yapamazsak diye.
“Ben, acaba, yarın, çarkların arasında presten geçmiş birisi olarak, 50-60’lı yaşlarımda kendi kendime ağlanacak mıyım, acaba keşke istediklerimi yapmak için
koştursaydım diye?
“Ne dersiniz?”
Beni biraz tanıyorsanız ona verdiğim cevabı tahmin etmişsinizdir:

Yazının Devamı

Hiperaktivite bozukluğu ilaçları yeni kaideye bağlanacak

5 Ekim 2011

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için çocuklara ağır ilaçlar verilmesinin rekor boyutlara ulaştığı konusundaki yazılarım işe yaradı.
Sağlık Bakanlığı harekete geçiyor.
Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdürü Saim Kerman dün beni arayıp psikolojik ilaçların ruhsatlandırılması ve kullanımı ile ilgili konuların yeniden ele alınacağını söyledi.
Kısa adı “Ana Komisyon” olan Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Danışma Komisyonu bugün (çarşamba) toplanacak ve genellikle psikiyatri ilaçlarının, özellikle çocuklara verilen ilaçların reçete edilme koşullarını gözden geçirmek üzere bir alt komisyon kuracak.
“Özellikle ilaçların çocuk dozu konusunda acaba hata ettik mi? Bu konuda uluslararası prospektüsleri yeniden gözden geçireceğiz” diye konuştu Kerman.
Kerman, komisyonda değişik görüşlerin temsil edilmesine itina göstereceğini söyledi.

Yazının Devamı

Hiperaktivite: Şimdilik son yazı

1 Ekim 2011

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği konusunda bir süreden beri yazdığım yazılara bugünden itibaren ara veriyorum.
Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği, kendisi tartışmalı olan psikiyatrinin en tartışmalı konularından biridir. Çünkü çocukları ilgilendiriyor. Bilim çevrelerinde hastalık olup olmadığı sorgulanıyor. Tedavisi çoğunlukla ağır yan etkileri olan ilaçlarla yapılıyor.
Sınırları belli değil: Yaramazlık veya başka nedenleri hiperaktivite diye tarif edilen şeyden ayırmak zor.
Bir örnek vermek gerekirse, kısa bir süre önce Amerikan Aile Terapisi dergisinde yayımlanan yeni bir araştırmaya göre ABD’de yanlış teşhis konan ve amfetamin benzeri ilaçlar verilen çocukların sayısı milyonları buluyor.
New England Çocuk Psikolojisi Merkezi ve Rhode Island Koleji Özel Eğitim Departmanı tarafından ortaklaşa yapılan bir araştırmaya göre “ADHD (hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği) ilacıyla tedavi edilen beş milyon çocuğun çoğuna düzensiz yatma saatlerinin neden olduğu sahte-ADHD teşhisi konmuş olabilir.”
Türkiye’de kaç çocuğa hangi nedenlerle yanlış teşhis kondu, Allah bilir. Bu konuda, bırakın araştırma yapmayı, istatistik bile tutulmuyor.

Yazının Devamı

Hiperaktivite var, atlet yok

30 Eylül 2011

On bir yaşında, Lefkoşa’daki İngiliz Okulu’na girdiğimde sene 1955, ada bir İngiliz kolonisi idi.
İngiliz Okulu adanın en iyi lisesiydi. Sınavla öğrenci alan tek okuldu. Okul eğitime olduğu kadar spora da önem verirdi. Sabah ders, öğleden sonra, yaşa göre, üç-dört gün, bütün öğrencilerin katılmak zorunda olduğu spor vardı.
Öğrenciler girişte dört renge ayrılır ve kırmızı, lacivert, mavi ve kırmızı renkler altında, lig usulü, futbol, kriket, hokey ve atletizmin hemen hemen her dalında mücadele ederlerdi.
Geniş bir alana yayılan okulun, küçük bir stadyumu, dört futbol sahası vardı.
Hayatımda başıma gelen en iyi şeylerden biriydi o okulun sınavını, nasıl olduysa, kazanmak. Dürüstlüğün en iyi politika olduğunu, sporda katılmanın kazanmaktan önemli olduğunu, disiplinli çalışmayı, kitap sevgisini orada öğrendim.
O okuldan mezun olalı bu yıl tam elli yıl oldu.

Yazının Devamı