Erken seçim, özellikle Danıştay saldırısı ve ekonomideki çalkantı nedeniyle, istikrarsızlık demektir. Türkiye'nin istikrarsızlığa ihtiyacı olmadığı için erken seçime ihtiyacı yoktur. Erken seçim isteyenler sallantısızlıktan sıkıldı. Kaos, kriz istiyorlar.Erken seçimin hiçbir mantığı yoktur. Hassas bir dönemde ekonomi için bir sallantı unsuru olacak. Daha önemlisi, hiçbir şey değiştirmeyecek. Erken seçim isteyenlerin hesabı AKP'nin seçimlerden oy kaybıyla çıkacağıdır. Bu varsayımın hangi hesaba dayandırıldığı bir muammadır. Bence seçimlerden AKP'nin zararlı çıkacağını hesap edenler hayal görüyorlar. Doğru. Başbakan'ın kabalaşan stili, gittikçe daha az kontrol edebildiği kızgınlığı, mantığın yerine duyguları ikame etmeye başlaması, ekonomide kırılganlık emareleri ve Danıştay'a yapılan saldırı hükümetin inanırlığına darbe vurdu. Türkiye'nin alnından girip ensesinden çıkacak bir kurşuna ne kadar ihtiyacı varsa, istikrarsızlığa da o kadar ihtiyacı var. Erdoğan Meclis'te sahip olduğu çoğunluğun ona verdiği tarihi fırsatın farkında değilmiş gibi davranıyor. Avrupa Birliği'nin, ekonomideki kazanımların, reform programının önemini sanki tamamen unuttu.Ama bütün bunların sandıkta kayda
Gerçi Mehmet Emin Karamehmet kendi adayını yedi kişilik Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş.'ye "bağımsız üye" olarak seçtirmeyi başardı. Ama Colin C. Williams her zaman Çukurova ile birlikte hareket etse bile, ki bu garanti değildir, Karamehmet'in artık Turkcell'de her istediğini yaptıracak çoğunluğu yok.Yönetim kurulunda sandalyeler ana ortaklar arasında eşit olarak dağılmış vaziyette. TeliaSonera, Çukurova ve Rus Alfa grubunun telekom kolu olan Altimo'nun her birinin iki sandalyesi var. Pazartesi günü İstanbul'da yapılan genel kurulla Çukurova, kurulduğundan beri Turkcell üzerinde sahip olduğu hâkimiyete elveda demiş oldu. Yönetim kurulunda kararlar en az beş oyla alınıyor. Herhangi bir ortağın karar aldırabilmesi için bir başka ortağın ve bağımsız üyenin oyuna ihtiyacı var. Görevi sona eren yönetim kurulunda Çukurova'nın beş, TeliaSonera'nın iki temsilcisi vardı.Yeni durumun ne sonuç vereceğini görmek için biraz zaman geçmesi gerekecek. İlk izlenim Çukurova ile Alfa'nın birlikte davranacağıdır. Bu iki şirket bağımsız adayın seçimi konusunda ortak hareket etti. TeliaSonera'nın her iki şirketle kavgalı olması Çukurova ile Altimo'yu yakınlaştıran bir başka unsurdur. Ama Alfa için
Kelimeler düşer, müzik yükselir.Keşke hayatımı tek başına yazı yazdığım odalarda kelimelerle değil, kalabalıklara şarkı söyleyerek kazansaydım. Zimbabwe'li yaşlı bir şarkıcı; el çırparak eşlik eden genç kızlar korosuyla şarkı söyleyebilseydim. Veya asfalt öncesi yollarda türkü söyleyen, başı bulutlarda bir âşık. Karlı dağların başında /salkım salkım olan bulut/ saçın çözüp benim için/ yaşın yaşın ağlar mısın gibi mısralar dökebilen. İri göğüslü şişman bir İtalyan soprano ya da piyano eşliğinde Pergolesi'nin, Scarlatti'nin aşk şarkılarını söyleyen, kılıktan kılığa giren usta bir sesle.Kuzgun siyahı saçları yağlı, alnının ortasında kırmızı bir nokta, beyaz elbiseleri içinde uzun şarkılar söyleyen bir Hintli. Nehrin karşı yakasından duman yükseliyor/ Beni yollara düşüren kadın/ belki de onun cesedidir yakılan. Müzik insanın Tanrı'yla arasındaki mesafeyi kısaltır. Söylenmeye değenlerin en iyi anlatılabileceği lisan müziktir. En korkunç insan müziksiz olandır. İnsan annesinin karnında duymaya başlar. Kulak ve duyma hamileliğin sekizinci haftasında şekillenmeye başlar, 24'üncü haftada tamamlanır. Ama bebek 4.5 aylık iken duymaya başlar, çünkü içkulağın kemikleri şekillenmiş ve beyinle
Karşımızda zerre kadar yaratıcılık pırıltısı olmayan, milliyetçilikte MHP'nin sağına kaymış, demagojinin sığ sularının balığı, ufuksuz, ekonomiden anlamayan bir ana muhalefet partisi var. Bu parti sadece reaksiyon veriyor. Hiçbir konuda orjinal bir fikri yok ve olması da mümkün değil çünkü bu nitelikleri barındırmıyor. Baykal ve CHP adına konuşanların hiçbir konuda aldığı pozisyon inandırıcı değil, çünkü hepimiz CHP'nin Baykal'ın saltanat sandalı olduğunu biliyoruz. Baykal'ın sicilinde seçim başarısı yoktur. Halk oylamaları olmasının da mümkün olmadığını gösteriyor. Baykal ve politbürosu sadece oy verenleri kendilerinin seçtiği parti kongrelerini kazanabilir. Genel seçimlerde AKP'nin ardında nal toplaması şaşırtıcı olmaz.Oysa Türkiye'nin ilk seçimlerde AKP'den kurtulması lazım. Türkiye'nin AKP'den kurtulmasının önündeki en büyük engel Deniz Baykal ve onun diktasındaki Cumhuriyet Halk Partisidir. Sadece son bir ay içinde olan iki şey bu partiden uzun vadede hayır gelmesinin mümkün olmadığını kanıtlamaya yeter.Bunlardan ilki Merkez Bankası başkanlığı olayıdır. Erdoğan bu olayda sergilediği tavırla AKP'ye sadık birini Merkez Bankası başkanı yapmak için ekonomide son 3-4 yılda alınan
Geçen aralık ayında Başbakan Tayyip Erdoğan kurumlar vergisi oranını % 30'dan % 20'ye indireceğini açıklamıştı. Şirketler ilk üç aylık hesaplarını % 20 üzerinden hazırladılar. Ama kanun çıkmadı.Birkaç gün sonra % 30 üzerinden vergi ödenmeye başlanacak.Konu Babacan'ın önüne gelmeden muhtelif defalar Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a "Niye bu iş olmuyor?" diye soruldu. Unakıtan (ister inanın ister inanmayın) yasanın Cumhuriyet Halk Partisi yüzünden çıkmadığını söyledi. CHP'nin Meclis'i engelleyici faaliyetlerinden dolayı hükümet istediği yasaları zamanında çıkaramıyormuş. Ama hükümetin sözü sözmüş. Yasayı çıkaracakmış. Bankalar şimdi % 30 üzerinden ödesinler, haziranda fazla ödediklerini vergiden düşerlermiş. Dün Devlet Bakanı Ali Babacan'ın İstanbul'da bankacılarla yaptığı toplantının ana gündem maddelerinden biri kurumlar vergisiydi. Babacan dün bankacılara haklı olduklarını, yabancılardan da buna benzer şikâyetler aldığını söyledi. Yasanın iki ay içinde çıkacağı sözünü verdi.Çıkar mı? İrlanda veya Almanya veya Fransa ekonomi bakanı "Çıkacak" deseydi inanırdım.Ama bizimkiler söyleyince "Görünce inanırım" diyorum. Ben değil, bütün iş dünyası böyle diyor. Unakıtan'a veya Babacan'a
Bilgin bir zamanlar Türkiye'nin en güçlü kişilerinden biriydi. Çiller ve Yılmaz hükümetleri döneminde bakanlardan büyük forsu vardı. Ofisi basketbol sahası kadar büyüktü. Sarıyer'de 2.000 metrekare kapalı alanı olan bir evde oturuyordu. Londra'nın en mutena mahallesinde dairesi vardı. Yazları cuma geldi mi özel uçağına biner, güney Fransa'da onu bekleyen yatına uçardı. Bu yatın "dünyanın en büyük yatı" diye namı vardı. Şimdi kiralık bir villada oturuyor. Çalışma yeri avukatının ofisi. Çünkü 1998'de hayatının hatasını yaparak özelleştirmeden banka satın aldı. Etibank batık haldeydi. Bilgin'in ne sermayesi ne de bankacılık deneyimi vardı ve bankayı kârlı bir hale getirmesi imkânsızdı. Ama o devirde bu gibi şeyler pek dert edilmiyordu. Bilgin, "O zaman bütün bankalar hâkim gruplara para sağlamak için çalışıyordu. Türkiye'nin düzeni oydu" diyor. Bilgin'in bu tespiti bütün sektör için geçerli olmamakla beraber, el konan 20'den fazla banka için doğrudur.2000 yılında Etibank'a devlet el koydu. Banka yeniden devletin mülkiyetine geçti.Bilgin'in Türkiye'deki bütün varlıklarına el kondu. Hapse atıldı. Sabah, atv ve Etibank'ın eski patronu Dinç Bilgin'le avukatının Maçka'daki ofisinde
Ya da ben öyle yaptıklarını sanıyorum. Yolun karşısında bu tarafta olmayan ne arıyor olabilirler?Bir tren katarını andırıyorlar. Ya da bazı oyunlarda birbirinin beline sarılarak sıra yapan çocukları. Her bir tırtıl diğerine dokunuyor. Sanki de en öndeki hepsini çekiyor gibi. Ama eğilip bakınca hepsinin aynı anda yürüdüğünü görüyorum.Yokuşun başladığı yere yakınım. Yeni yaprakları ve beyaz-pembe çiçekleriyle dev at kestanelerinin gölge attığı yerden biraz uzakta. İleriden çocuklu büyüklü, kadınlı erkekli bir grup geliyor. Pazar gezinticileri. Sekiz kahverengi-sarı tırtıl sıra halinde Fethi Paşa Korusu'ndaki parke yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışıyor. Muhakkak birileri üzerlerine basacak karşıya varmadan. Ya farkına varmadan, ya isteyerek. Bunlar değilse başkaları. Her türlü böceğe tepkisi -neden olduğunu düşünmeden- üzerine basıp öldürmek olan çok insan var. Gaddar çocuklar. Duygusuz büyükler. Doğa cahilleri. Sayıları artıyor. İnsan şehirleştikçe doğaya ve yaratıklarına yabancılaşıyor.Gelenler yaklaşıyor. Tırtılları alıp karşıya mı koysam? Neyle? Belki de koyar koymaz geri dönmeye başlayacaklar. Koyduğum yerde daha çok güven içinde olacakları ne malum?Yürümeye devam ediyorum.
Şirketin önce üretimi durdu. Ardından tahtası kapatıldı, yani, borsada işlem görmesi yasaklandı. İmarbank'ın batışının ardından sahipliği Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) geçti. TMSF'nin görevlerinden biri, el konan bankaların varlıklarını satarak geliri Hazine'ye devretmektir.Nitekim, kısa bir süre önce TMSF Metaş'ın varlıklarını da satmaya başladı. Şirketin üretim tesisleri kapalıdır ama deniz kenarı arsalarının ve limanın büyük değeri var. TMSF Başkanı Ahmet Ertürk'le yaptığım mülakatta satışlardan 90 milyon dolar civarında gelir beklendiğini öğrendim. Metaş'ın Uzanlar tarafından satın alınması halka açık bu şirketin 3.500 civarındaki ortağı için sonu gelmeyen bir felaketin başlangıcı oldu. Küçük ortaklar TMSF'nin Demirellerden devraldıktan sonra sattığı Göltaş'ta yaptığı gibi, azınlığa hakkını vermesini istiyorlar. Sermaye Piyasası Kurulu da onları destekliyor. Ancak, Ertürk'ten öğrendiğime göre, TMSF elde ettiği geliri bölüşmeyecek. Tamamını Hazine'ye devredecek.Neden?"Küçük ortağın hakkını nasıl koruyabiliriz diye son iki senedir uzun uzun düşündük" dedi Ertürk. "Bir şey yapamayacağımız kanaatine vardık. Şirket Uzanlar tarafından alındıktan sonra gözaltı pazarına