Yükselmekte olan ekonomilerden para kaçışının başladığı heyecanlı günlere rastladığı için bu önemli gelişme pek dikkat çekmedi. Arz, THY'nin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören hisse oranını % 53.57'ye çıkardı. Bu şekilde THY Türkiye'de ilk kamu iktisadi teşekkülü olmayan kamu iktisadi teşekkülü olma unvanını kazandı. THY'de hükümetin kontrol ettiği hisseler % 50'nin altına düştü ama THY hükümet tarafından kontrol edilmeye devam ediyor. Geçen Mayıs 22'de Özelleştirme İdaresi Türk Hava Yolları'nın % 25'ini yatırımcılara satarak tarihinde ilk defa halka arz yoluyla bir kamu iktisadi teşekkülünü özel şirket haline getirdi. Hayır. Bir bankacının deyişiyle, "Gerçek özelleştirme halka satış değildir. Kontrolün değişmesidir. THY'nin özelleştirilmesi için kontrol hissesinin stratejik bir alıcıya satılması gerekiyordu. Bu olmadı."Kamu hisseleri neden % 50'nin altına düşürüldü o zaman?Hükümete THY'de özgürlük sağlamak için. THY KİT statüsün kaybettiği, Türk Ticaret Kanunu'na tabi bir anonim şirket haline geldiği için, KİT'lere uygulanan kontrol mekanizmasının dışına çıktı. Bir uzmanın deyişiyle, "Yönetimi kamunun elinde, denetimde kamunun elinden çıktı."THY artık devlet
Büyük bir olasılıkla yıl sona ermeden Avrupalı Arcelor ya Hintli Mittal ya da Rus Severstal'ın hâkimiyetine geçecek. Hangi sonuç gerçekleşirse gerçekleşsin demir-çelik şirketleri dünyasında ilk defa Batılıların dışında bir grup üste çıkacak.Demir-çelik dünyada kullanımı en yaygın olan şeylerden biridir. Geçen yıl 800 milyar dolar değerinde, 1.1 milyar ton demir-çelik üretildi. Ama üretim birçok şirket arasında dağılmış olduğu için hiçbir oyuncu veya oyuncu grubunun fiyatları tespit gücü yoktur.Mittal'in Arcelor'u ele geçirme girişimi bu güce sahip olmak için beliren eğilimin en büyük örneğidir. Büyüklerin satın alma veya birleşmeyle küçükleri yutarak çok oyunculu bir sistemi az oyunculu bir sistem haline getirmelerine verilen ad konsolidasyondur. Uzmanlar, sektördeki konsolidasyon sürecinin devam edeceğini, 2010 yılına kadar en büyük beş şirketin üretimin % 30'unu kontrol edeceğini söylüyorlar. Dünya demir-çelik endüstrisinde ilginç gelişmeler oluyor. Demir-çelikte son beş yıl içindeki en büyük etken Çin'in yarattığı büyük talep oldu. Dünya demir-çelik üretim ve tüketiminin neredeyse üçte biri Çin'de meydana geliyor. Dünyada satılan demir cevherinin % 40'ının alıcısı da Çin. Büyük
Ama benim aklım başka yerde.Bankonun üzerinde Guatemala, Kosta Rika, Brezilya, Hindistan, Kenya, Tanzanya, Yemen gibi ülkelerden kahve yığıncıkları var. Hepsini tadacak ve yapacağı karışımla espresso kahvenin Ferrari'si sayılan ünlü Illy karışımını meydana getirecek.Illy 1933'te Francesco Illy tarafından kuruldu. Şirketin başarısına Francesco'nun yaptığı iki buluşun büyük katkısı oldu. Bunlardan biri, su yerine buhar kullanan bir espresso makinesi icat etmesi, diğeri, kahvenin bayatlamadan muhafazasını sağlayan yeni paketleme yöntemidir. Illy kahve fabrikasının laboratuvarında 2004 Dünya Kahve Tadma Şampiyonu Bayan Fabiana Pozzar'dan kahve konusunda küçük bir konferans dinliyoruz. Bayan Pozzar'ın anlattığına göre, kahvenin eşsiz kokusunu içindeki 800'ü uçucu 1500 kimyevi madde sağlıyor. Bunların kaçmamaları için ambalajın içine hapsedilmeleri lazım. Francesco, icat ettiği paketleme yöntemiyle bunu sağlayarak kahvesini ihraç edebilme olanağını sağladı. Bugün Illy Türkiye dahil 100 ülkeye ihraç ediliyor.Onu yarım kulakla dinliyorum. Düşündüğüm şu. Kahvenin vatanı Etiyopya ve Yemen'dir. Başlangıçta, oralarda, kahve çekirdekleri bütün olarak veya kırılarak yağla karıştırılıp
Çin'in ihracatı 1978'den bu yana 70 misli arttı. Dünya ticaretindeki payı %0.8'den %7.7'ye çıktı. Bu büyümenin nedeni yabancı sermaye yatırımlarıdır. Çin'in geçen yılki ihracatının %58'i yabancı sermayeli şirketlerden kaynaklandı.Japonya ve Kore dünya çapında şirketler yaratarak zenginleşirken Çin dünya çapında şirketleri yatırım yapmak için topraklarına çekerek yoksulluktan kurtulmayı deniyor. Uluslararası finans medyası Çin'le ilgili haberlerle dolu. Bugüne kadar hiçbirinde Çin'in yabancı sermaye yatırımlarının artışından dolayı paniğe kapıldığını görmedim. Oysa ekonomide özel sektöre kaymasına rağmen Çin otoriter bir komünist rejim altında yönetilmeye devam ediyor. Yabancıların şirket satın almaları arttığı için "kurt var" diye bağıranlara küçük bir notum var. Neden onlar yabancı sermayeden korkmuyor da biz korkuyoruz?Bunun cevabını korkanların vermesi lazım.Bence yabancı sermaye yatırımlarından korkmanın rasyonel bir ekonomik nedeni yok.Globalleşme yatırım kararlarını değiştirerek daha tam anlayamadığımız yeni bir uluslararası ekonomik düzen yaratıyor. Tersi gibi görünse de Almanya globalleşmeyi en çok yararına kullanan devlettir. Amerika'yı geçtiği 2003 yılından bu yana
İtalyan arkadaşıma soruyorum, ne anlama geldiğini. "Zaman tattır" diyor. "Her mevsim ayrı tatlar getirir."Her mevsimin meyvesi ve sebzesi ayrıdır. Onu kastediyor. Kış başlangıcında pazara önce kabuğu yapay olarak sarartılmış mandalina gelir. Suyu azdır. Tadı ekşidir. Zamanla tatlanır, turunculaşır, suyu dilimlerin cidarını zorlamaya başlar. Isırdığınızda tombul dilimden suyu ağzınıza fışkırır. İlkbahara doğru mandalinanın kabuğu buruşur, dilimler rejim yaparak zayıflamış bir insanın karnı gibi yumuşar, elastikiyetini kaybeder. Keskin mandalina tadı azalır. Sonra yavaş yavaş mandalina tezgâhlardan kaybolur. Venedik devrinden kalma yeşil panjurlu, iki katlı binanın üzerindeki güneş saatinin altında "Il tempo e sapore" yazıyor. Bu yazdıklarım duvarın üzerine "İl tempo e sapore" yazıldığı on altıncı yüzyılda doğruydu. Artık değil.Artık yılın her mevsiminde, paranız varsa, hemen hemen her meyve ve sebzeyi bulmak mümkün. Gübreler, hormonlar, genetik yapısı değiştirilmiş tohumlar, seralarda yaratılan yapay iklim koşulları sayesinde yılın 365 günü çilek, salatalık yiyebilirsiniz. Seralarda mevsim hep yazdır. İnatla sadece kendi mevsiminde güneşe bakarak meyve vermekte ısrar eden üzüm,
Çınarlar bu iki şehirde yaşayan insanların eğitim, kültür, estetik ve doğa sevgisi arasındaki farkın ölçüsü gibi geldi bana.Diri, sağlıklı, bakımlı yüksek çınarlar. Eğri, delik, asker tıraşının ağaç versiyonu uygulanmış çınarlar. Estetik düzeyi olağanüstü gelişmiş, müreffeh, kendisiyle barışık bir toplum. Yüzyıllar boyu karnını doyurma sorununu aşamamış, estetiği gündemine alamamış, sinirli, kızgın bir toplum. Tenhalık. Kalabalık. Şehirlilerin yaşadığı bir şehir. Köylülükten şehirliliğe geçememiş olanların şehri. Ağaç budamak insanların ilk öğrendiği şeylerden biridir. Meyve ağaçlarından iyi ürün almak budamadaki ustalığa bağlıdır. Her ağacın kendine has bir budama mevsimi ve yöntemi var. Bunlara uymazsanız az ürün alırsınız veya hiç ürün alamazsınız. Kara üzüm ayrı, beyaz üzüm ayrı budanır. Doğru budanmazsa hiç üzüm vermez. Şeftali budanmazsa her yıl daha az meyve verir. Adriyatik kıyısındaki Trieste'de çınarların altından geçerken aklıma İstanbul'un çınarları geldi. İstanbul'un fidanken doğru dürüst desteklenmedikleri için eğri büyüyen, kötü budandıkları için gövdeleri delik çınarları. Süs veya gölge için büyütülen ağaçların budanma şekli değişiktir. Çınar gibi yana değil,
Muhtemelen onun içindir ki İtalya'nın Friuli Venezia Giulia (Friyuli Veneziya Culya okunuyor) bölgesinde bizi seviyorlar. Sadece Avrupa Birliği'ne girmemize istemiyorlar. Gönüllü olarak ve kendi keselerinden lobi yapıyorlar. İtalya, Türkiye'nin AB üyeliğinin en hararetli taraftarlarındandır fakat İtalyanlar Türkiye'yi tanımıyorlar. Bu boşluğun kapanmasına yardımcı olmak için kısa adı FVG olan bölge 2006'yı Türkiye Yılı ilan etti. Kasım ayına kadar değişik şehir ve kasabalarında Türkiye ile ilgili bir dizi kültürel tanıtım faaliyeti yapılacak.Bu faaliyetler, FVG ile İstanbul-Marmara bölgesi arasındaki ticaret, yatırım ve teknik konularda işbirliğini kapsayan, Avrupa'ya Açılan Köprü adlı büyük bir projenin bir parçasıdır. Mal geçen sınırdan asker geçmez derler. Demek alışveriş arttıkça dostluk da artar. Projenin mimarı, AB'nin eski Türkiye temsilcilerinden büyükelçi Gian Paolo Papa'dır. "İki vatanım var" diyen Papa, doğum yeri olarak Trieste'li evlilik dolayısıyla da (eşi gazeteci Nilgün Cerrahoğlu'dur) İstanbul'ludur. Venedik'in bitişiğindeki FVG Italya'nın en zengin bölgelerinden biridir. Bölgenin başkenti Adriyatik Denizi'nin bittiği yerdeki liman olan 210.000 kişilik
İstikrardan söz açıldı. Ev sahibemiz "Türkiye'nin birdenbire kendini istikrarsızlığın içinde bulmasının sebebi nedir?" gibi bir soru sordu."Türkiye'nin doğal hali istikrarsızlıktır" diye atıldım."Size katılmıyorum" dedi diplomat. "Bu son olaylardan önce Türkiye dört yıl istikrar yaşadı.""O istisnai bir şeydi" dedim. "Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünden bu yana ilk defa bu kadar uzun istikrar yaşadık. Şimdi doğal halimize avdet ettik." Geçen hafta bir grup gazeteciyle birlikte bir Batılı diplomatın evinde öğle yemeğine davetliydim. Tam anlamıyla ciddi değildim bunları söylerken. Aklıma ilk gelen lafları etmiştim. Belki biraz bunaldığım için. Klima açık olsa ve oturduğumuz salon sıcak olacağına serin olsa, ceket giymemiş ve kravat takmamış olsam, belki böyle konuşmazdım. Belki de hiç konuşmazdım. Veya başka bir şey söylerdim. Siyaset söz konusu olduğunda hem bir şeyi hem de tersini savunmak mümkündür. AKP'nin Türkiye için bir felaket olma potansiyeline sahip olduğunu da söyleyebilirsiniz. Uzun zamandan beri Türkiye'nin gördüğü en iyi hükümet olduğunu da. Bu tezler eşit derecede inandırıcılıkla savunulabilir çünkü her ikisi de hem doğru hem yanlıştır. Doğru, yanlış... Tartışma bir