Reform, toplumun sorunlarını çözmek için köklü değişiklik yapmaktır. Türkiye'de bunun için hep Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi dış güç odaklarının bıçağının altına yatılır.Şimdi bu bıçak Alevi konusunda bileniyor. Aleviler haklı dertlerine çare bulunmayan en büyük insan topluluğudur Türkiye'de. Ve bu durum Türkiye'nin en büyük insan hakları ayıbıdır. Türkiye'de reformlar hep sezaryenle doğar. Atatürk dönemi dışında, cumhuriyet tarihimizde siyasi sistemin iç dinamikleriyle reform doğurmasının örneği yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Alevi çocukların zorla Sünni inancın anlatıldığı din derslerine sokulmalarını görüşmeyi kabul etti. Kararlarına uyulması zorunlu olan mahkeme, birkaç ay içinde bu konuda karar verecek. Vereceği kararın, davayı açan Alevi babanın lehinde olacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Zorla din dersi inanç özgürlüğüne aykırıdır.Şimdi öğreniyoruz ki, hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yeni bir bozguna uğramamak için Alevi inancını din derslerine dahil etmeye karar vermiş. Eğitim Bakanlığı'nda Alevilerin de katılımıyla din dersine yeni içerik hazırlanıyor.Sonuç Alevileri veya mahkemeyi memnun edecek mi, emin
"Selam" dedim, "Bana bir şey söylemeye mi geldin?"Kıpırdamadan oturmaya devam etti. Banyonun kapısında durup ona ıslıkla bir Mikis Theodorakis şarkısı çaldım. Tren saat sekizde kaçıyor. Gene kıpırdamadı. Beni görmesi için kıpırdamasına gerek yoktu - gözleri başlarının yanında olduğu için kuşların yanlarını görmek için kafalarını sağa sola çevirmelerine gerek yok, biliyorsunuz.Kırmızı ayaklı, kurşuni, kuyruk kısmı beyaz bir güvercin. Bahçede elektrik tellerinin üzerinde veya toprakta tohumları gagalarken gördüğüm güvercinlerden biri olmalı."Nasıl istersen" dedim.Banyoya girip dişlerimi fırçaladım, yüzümü yıkadım. Yüzümü kurularken geri dönüp baktım. Güvercin pozisyon değiştirmişti. Bu defa sırtını dolaba dönmüş, beyaz duvara bakıyordu. Sabahleyin yüzümü yıkamak için banyoya giderken sofadaki merdiven tırabzanında bir güvercin gördüm. Sırtı duvara dönük oturmuş, elbise dolabına bakıyordu. Açık pencerelerden girmiş olmalıydı. Basamaklardan inerken yanından geçmek zorundaydım. Ürkütmeden yürümeye çalıştımsa da merdivene doğru iki adım atınca kanatlarını gürültüyle çırparak uçtu, elbise dolabının üzerine tünedi. Basamaklardaki pisliğinden misafirimin geceyi benimle beraber geçirmiş
YPK kararına göre, çiftlik AKP'li Yalova Belediyesi'ne devredilecek, belediye de içine otel yapılması için araziyi iktidarın sevgililerinden Çalık Holding'e ve Dubaili ortağına hediye edecekmiş.Yalova Çiftliği'ni o yörelerde dinlenmekten hoşlanan Atatürk 1929'da kurdu, ölümünden bir yıl önce, 1937'de, Hazine'ye hediye etti.Mahkeme, Türkiye'de aklı başında insanların neslinin tamamen tükenmediğini kanıtlayan ve içlere su serpen kararında şöyle demiş:"Her şeyden önce Atatürk'ün kurarak Hazine'ye hediye ettiği taşınmazın anılan kimliğin yaşatılması tarihsel bir sorumluluktur. Uyuşmazlığı bir iktisadi devlet teşekkülünün kârlılığı düştüğü için tasfiye edilmesi olarak ele almak yüzeysel bir yaklaşım olacaktır."Ankara'daki Atatürk Orman Çiftliği'nin de asker-sivil bürokratlar tarafından parsellenerek arazisine otelden okula bir sürü tesis inşa edildiğini hatırlayacaksınız.Bunları durdurmazsanız; gelir getirmiyor diye Anıtkabir'in bahçesini hipermarkete verirler, Atatürk'ün Çankaya'daki evini de internet kafe yaparlar. Atatürk'ün Yalova Çiftliği'nin tasfiye edilerek arazisine turistik tesis kurulması için alınan Yüksek Planlama Kurulu (YPK) kararının yürütmesi durdurulmuş. Türkiye'deki
Siz hiç Başbakan'ın izin kullandığını duydunuz mu?Başbakanlığın ışıkları gece yarılarına kadar yanıyor. Mesai hafta sonu, bayram, tatil tanımıyor. Sonuç? Barut bir Tayyip Erdoğan.Yorgunluk insanın sabrını sürekli taşma noktasına yakın tutar, kendi kendini kontrol yeteneğini zayıflatır.Erdoğan'ın zaman zaman fevri hareketlerde bulunması, bağıran, azarlayan, hatta küfür sayılabilecek bir argoya kaçması, sanırım, büyük ölçüde yorgunluğundandır.Bu yorgunluğun bedelini hem kendi ödüyor prestij erozyonuna uğrayarak hem de zaman zaman yarattığı mini krizlerin çalkantısında Türkiye.Dünyanın her ülkesinde başbakanlık temposu en hızlı, saatleri en uzun, stresi en yüksek işlerden biridir. Bizde durum daha da kötü çünkü insanımızın inisiyatif kullanma yeteneği zayıftır. Herkes topu en tepedekinin önüne atar. Devlet mekanizması eski olduğu için başbakanın (ve bakanların) yükünü azaltacak mekanizmalar yetersizdir.Rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra Bodrum yakınlarındaki Okluk Koyu'nda bir küçük ev yaptırdı ve ölünceye kadar sık sık oraya gitti. Süleyman Demirel'in de Necdet Sezer'in de Okluk'ta kaldıklarını hiç sanmıyorum.Zavallı Bülent Ecevit hayatında ilk defa dinleniyor. Ne
Bankaların yabancı yatırımcılara satılması konusunda durum budur. Bir zamanlar yabancı bankalar Türkiye'de şube bile açamazlardı. Şimdi bankacılık sektörünün yüzde yüzü yabancıların satın almasına açık.Geçenlerde gazeteler Kazakistan'da faaliyet gösteren Bank TuranAlem'in Şekerbank'ın % 34 hissesini 262 milyon dolara satın almak için anlaşmaya vardığını yazdı. Bu, azınlık hissesi gibi görünüyor ama tam değil. Bankanın % 68'i (ve kontrolü) Şekerbank personelinin elindedir. Satılacak olan hisse bu blokun neredeyse tam yarısıdır. Satıştan sonra bankanın kontrolünün hangi blokun elinde olacağı açık değil. Türkiye bazen bir uçlar ülkesidir. Bir gün tamamen yasak olan, ertesi gün tamamen serbest bir hale gelir. Ne birinin ne de diğerinin ardındaki mantığı hiçbir zaman öğrenemezsiniz. Belki de olmadığı için. Bu alışverişin bundan öncekilerden önemli bir farkı var. Eğer gerçekleşirse, ilk defa mali durumu pek ahım şahım olmayan bir banka Türkiye'de bir bankaya ortak olacak.FitchRating derecelendirme şirketine göre Kazakistan'ın ikinci büyük bankası olan Bank TuranAlem'in Uzun Vadeli Temerrüt Derecelendirmesi BB+'dır. Bu üst bir derece değildir. Bankanın yatırım yapılabilir seviyenin
Bilgiye ulaşmak çok zordu. Çok kolay oldu. Ulaşılabilecek bilgi azdı. Astronomik biçimde arttı. Geçenlerde, ana rahmindeki bebeklerin gebeliğin hangi ayında duymaya başladıklarını araştırırken bunu bir daha anladım. Saniyeler sürdü Google'a birkaç kelime yazıp ilgili sayfalara ulaşmam. Internetten önce bu tür bilgilere ulaşmak aylar sürebilirdi. Hatta bulması zor olacak diye insan birçok bilgiyi aramaya kalkışmıyordu bile.Eskiden eski bilgilere ulaşabiliyordunuz veya bulduğunuz bilgi kısa zamanda eskiyordu. Bir ansiklopediyi beş - on seneden az bir zaman içinde gözden geçirip yeniden basmak ne mümkündür ne de ekonomik. Şimdi bilgi saniyesinde hazır. En yeni araştırma bulgularının basıldığı Science, Nature gibi dergileri piyasaya verildiği anda internette okuyabiliyorsunuz. New York'ta oturan biri bu yazıyı Milliyet İstanbul'da piyasaya çıkmadan okuyabilir. Gelecek sene gazetecilikte kırk yılımı dolduracağım. "Gördüğün en önemli değişiklik nedir?" diye soracak olursanız cevabım şudur: Bilgiye ulaşmak. Bu yazıyı yazdığım gün NASA'nın web sitesinde Cassini uydusunun Satürn'den bir gün önce yolladığı resimlere bakıyordum.Internetin belki de en önemli özelliklerinden biri bu bolluk
Hava raporunda Türkiye'de hafta sonuna kadar sürecek sağanak yağmurlar vardı. Ucu buralara dokunabilir mi?Yataktan kalkıp pencereden dışarı bakıyorum. Kararsız bulutlar geçiyor. Geri yatağa dönüyorum. Başımı yatağın ayakucuna yerleştirdiğim yastık yığınına dayayıp uzanıyorum. Biri dağa, diğeri denize bakan pencerelerden ara sıra gelen esintiyi yakalamak ümidiyle böyle yatıyorum, yelkenleri sarkık kotra gibi.Sıcak düşünmeyi yavaşlatıyor. Seks isteyen ağustosböcekleri sıcak kadar ısrarcı. Ötüşleri birbirine karışıyor. Saksağanların ötüşünden iyice eve yaklaştıklarını anlıyorum. Aralarında heyecanla bir şeyler konuşuyorlar sanki.Aylardır yağmur yememiş, susuzluktan yanmış toprak, ağzı açık bekliyor. Ben de bekliyorum. Bir boşalsa hepimiz rahatlayacağız.On on beş dakika, bir şey yok. Sonra dut yapraklarına birkaç damlanın düştüğünü duyuyorum. Sonra her taraftan serpişen damlaların sesi geliyor. Uzaklardan ara sıra gök gürültüleri geliyor. Ben burada sıcaktan yanarken bir yerlere yağmur yağıyor. Bazen bulutun içinde fazla yağmur yoktur. Yolladığı her damlanın sesi teker teker duyulur. Düşen öyle bir yağmur. Birkaç dakika devam ediyor ve duruyor. Sıcak devam ediyor. Bir zaman daha
"Fiyatlar arttı mı?""İki hafta önce" diye cevap verdi bayi.Enflasyon. Durduk yerde aynı ürüne daha çok para vermenin adı.Enflasyon, orijinal İngilizce adıyla inflation, şişmek, havayla dolmak anlamına gelen inflate'ten türemiş bir kelimedir.Paranın hırsızıdır enflasyon. Cüzdanı mesken tutan bir yankesici.Enflasyondan herkes zarara uğrar. Kimisi daha az, kimisi daha çok, kimisi daha erken, kimisi daha geç, ama sonunda herkes kaybeder. Çünkü enflasyonla sadece paranın değeri erimez. Güven, ahlak, gelenek gibi parasal olmayan değerler de aşınır. Gelecek görünmez, hesaplar yapılamaz olur. Biriktirilmiş paralar, öz varlıklar tebahhur eder.Bugün hepimiz iki ay önce olduğumuzdan daha yoksuluz. En zenginler bile. Türkiye'nin en büyük şirketlerinin değeri yarı yarıya azaldı. Uçakta okuyacak birkaç yabancı dergi ve gazete satın almak için elimi cebime atarken sordum. Türkiye'de herkesi yoksullaştırmak, herkesi zenginleştirmekten her zaman daha kolay olmuştur.Neden diye soracak olursanız ilginç bir tartışma konusu açmış olursunuz.Neden her devirde hata üzerine hata yapıp fakirleşiyoruz da doğru üzerine doğru yapıp zenginleşmiyoruz?Akılsızlığımızdan bence.Kolektif akıl diye bir şey var.