Melih Aşık
Amerikan uzay aracı
Pathfinder, 191 milyon kilometrelik yolu 7 ayda aştı ve Mars'a indi. Aracın içinden çıkan
Sojourner adlı minik uzay cipi Mars yüzeyinde incelemeler yapıyor.
ABD'nin diğer uzay gemisi
Surveyor da biliyorsunuz, Eylül'de Mars çevresindeki gezintisine başlayacak; 2 yıl boyunca burada kalarak gezegenin jeolojik yapısını inceleyecek.
Ruslar,
Mars 96 Yüzey İstasyonu ile yarışa katılırken, Amerikalılar Mars'a 2011 yılında insan göndermeyi planlıyorlar.
Bu bilgilerin ışığında sabah Kadıköy Deniz Otobüsü iskelesinin turnikelerine yaklaşıyor ve elimizdeki jetonu turnikenin deliğine atıyoruz. Girmiyor. Daha doğrusu tam girecekken yarıda takılıyor. Sürpriz değil. Jetonun bir atışta delikten geçmesi ihtimali zaten yüzde 50 dolayındadır. Takılınca elinde sivri bir aletle orada dolaşan görevliye el işareti yaparsınız. Gelir, elindeki aletle jetonu içeri doğru dürtükler, geçersiniz. Öyle yapıyoruz nitekim...
İstanbul'da deniz otobüsü seferleri başlayalı 10 yıl oldu. 10 yıldır turnikelerin jeton delikleri jetonlara uydurulmadı. Ya da jetonlar deliklere.. Eli eğe tutan bir teknisyen 10 dakikada bu delikleri açardı. Mümkün olmadı...
Diyoruz ki... Hiç olmazsa 2011 yılında Amerikalılar Mars'a insan gönderene kadar şu meseleyi halletsek... Teknikten bu kadar da habersiz olmadığımızı kanıtlasak... Ne dersiniz?..
Kitap baskısıyla birlikte açılan kitapçı sayısında da sevindirici bir gelişme var. İstanbul'da yalnızca Tünel ile Taksim arasında açılan kitapçıların sayısının 50'ye yaklaştığı söyleniyor. Çoğunluğu Avrupa kalitesine yakalayan kitap evleri bunlar. Rafları rengarenk... Yalnız Türkiye'de değil, Batı ülkelerinde yayınlanan kaliteli kitapları da bulabiliyorsunuz bu kitapçılarda.
Ancak hem bunlarda, hem kentin diğer yanlarındaki kitapçılarda... Batı ülkelerindeki kitapçılardan farklı bir durum var... Hem de çok farklı bir durum...
Bizim kitap evlerinin hemen hepsinin bir köşesinde kaset ve disk satan bir reyon bulunuyor. Ve bu reyonda bangır bangır müzik çalıyor... İstiklal Caddesi'nde kitap bakan bir dostumuz fena halde rahatsız olmuş bu durumdan... Dedi ki:
- Biliyorsunuz Batı ülkelerinde kitap satan bazı dükkanlarda fısıltıyla bile konuşmak yasaktır. Çünkü kitap evinde kitap incelemek ciddi bir iştir. Hem de bir dinlenme vesilesidir. Kitapları gözden geçirirken yanıbaşınızda ilgilenmediğiniz bir müziğin kafanızı şişirmesi bu işin bütün keyfini kaçırır... Kitap almaktan da vazgeçirir...
Durum sayın kitapçılara duyurulur...
Sağmalcılar'dan
Gıyasettin:
.. Rüyamda Almanya'da işçiyim. Evde oturmuş ailemle beraber kurufasulye - pilav yerken bizim hanım dert yanmaya başlıyor.
"Be herif..." diyor,
"Fasulye aynı fasulye, pirinç aynı pirinç.. Ben aynı ben.. Ama şu yemeğin tadı memlekettekine benzemiyor. Sebebi ne ola ki?.."
Ayranımdan bir fırt çekiyorum.
"Ne bileyim hatun" diyorum.
"Aslına bakarsan hiçbir şeyin tadı memlekettekine benzemiyor artık. Galiba dönüş zamanı geldi çattı.."
Bu sohbetimiz çocukların hoşuna gitmiyor. Küçük oğlan elindeki çatalı tabağına vurup,
"Olmaz efendim!" diyor,
"Biz bu saatten sonra Türkiye'de yaşayamayız..."
Büyük oğlan da küçük oğlandan yana;
"Kardeşim haklı baba" diyor,
"Buralara alıştıktan sonra Türkiye bize zor gelir..."
Çocukları anlıyorum.
"Doğru söylüyorsunuz evlatlarım" diyorum,
"Ama bir noktayı gözardı ediyorsunuz. Biz ağzımızla kuş tutsak, bu ülkede tutunamayız. Çünkü buranın kaynakları, herşeyden önce kendi vatandaşlarına ait. Ayrıca.. Tansu'nun muhabbetiyle Hans'ın muhabbeti asla birbirine benzemez..."
Yemek bitiyor. Kahvelerimizi içerken oğlanlar izin alıp kompütürle oynamaya gidiyor. Hanımla başbaşa kalıyoruz:
"İki ucu ballı değnek be hatun!" diyorum.
"Bir yanda memleket, bir yanda çocuklar! Fenerbahçe, Galatasaray hariç, veletlerin memleketle hiçbir bağlantısı yok. Biz bu çocukları nasıl yaşatırız orada?.."
Hüzünleniyoruz. TV'deki Levent Kırca parodileri bile hüznümüzü hafifletmeye yetmiyor. Derken.. Kapının zili çalıyor. Gelen kayınbirader.. Heyecanlı bir şekilde içeri dalıp,
"Duydun mu enişte?" diyor.
"Mars'ta hayat varmış..."
Mars'ta hayatın olup olmadığı beni pek ilgilendirmiyor. Hafifçe omuz silkip,
"Bana ne oğlum..." diyorum,
"Bizim için hayat bir tek Türkiye'de var.."
YORUMU: Avrupa ülkelerinde iş, para ve seks olanakları bizdekine nazaran daha geniş olduğu için pek çoğumuz oralarda yaşamak isteriz
Gıyasettin... Ama kazın ayağı hiç de öyle değildir. Gün gelir, bu memleketin çamurlu yollarını bile özlersin...
Başbakan
Mesut Yılmaz'ın ilk
"icraatı", ilk ciddi tepkinin de doğmasına yol açtı.
Mesut Bey'in koltuğa oturduktan hemen sonra verdiği
"Çiçek göndermeyin!" mesajı, çiçekçileri fena incitmiş. İstanbul ve İzmirli çiçekçilerin ulaştırdığı notu dikkatlere sunuyoruz:
"Sayın
Yılmaz'ın çiçek karşıtı sözlerini duymak bizleri derinden yaralamıştır. Sayın Başbakan!.. Bir hafta önce Sn.
Çiller'i ziyaretinizde, saflığı ve dostluğu simgeleyen beyaz çiçekleri verirken gerekliydik de şimdi ne oldu?. Hükümet olunca ne değişti?.. Zaten
`Çiçek gönderme, bağışta bulun!' söylemi nedeniyle arada kaynıyoruz. Sanki kaynak eksikliğinin nedeni çiçekler!. Meclis'te ve Bakanlıklarda binbir savurganlık yaşanırken çiçeklerin suçlu ilan edilmesinine inanamıyoruz. Çiçekçiler bu işi hobi olarak mı yapıyorlar?. Ülkemizde yürütülen
"anti - çiçek" kampanya dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde yoktur..."
Çiçekçinin arzuhali böyle... Biline...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr