Melih Aşık
Siyaset dünyasının büyük ustası, uluslararası işçi sınıfının ve İngiliz işçilerinin manevi önderi
Erbakan Hoca, İşçi Partisi'nin İngiltere'de elde ettiği zaferin arkasında yatan gerçeği veciz bir ifadeyle dile getirdi:
- Solculuk, molculuk... Geçin bunları... İşçi Partisi, zafere Refah Partisi'nin taktikleriyle ulaştı... Refah Partisi'nin programını "akıllarının yettiğince" taklit ettiler ve bu sonuca ulaştılar!..
***
Allah Hocamızdan razı olsun... Tony Blair "aklı yettiğince" onu taklit etti ve İngiliz halkını kurtardı... Okurlarımızdan Sedat Mertkan, bu son derece önemli gelişmelerin etkisiyle "bir hususa" hassaten dikkat çekiyor:
- Efendim, malumunuz İngiliz İşçi Partisi parlamentoya 120 tane kadın milletvekili soktu. Şimdi olacak şey mi bu?.. Tüm gücünü Erbakan Hoca'nın fikirlerinden alan, başarısını "Adil düzen" projesinin Türkiye'deki somut uygulamasına borçlu olan Tony Blair'in yaptığına bakın!.. Sayın Erbakan'ın, gözünden (nasıl olduysa...) kaçmış olduğunu üzülerek müşahade ettiğim bu duruma bir an önce müdahale etmesi gerekiyor.. Sayın Erbakan, İngiliz meslektaşına acilen bir telefon açmalı ve bu kadar kadın adayı Meclis'e sokmanın Adil Düzen ilkelerine ters düştüğünü anlatmalı...
Yapılan işe saygısızlığın, kurallara boşvermişliğin ve ciddiyetsizliğin adeta kural olduğu bir ülkede bazan insanı şaşırtacak istisnai olaylar da yaşanıyor. Anka Haber Ajansı'nın Ekonomi Servisi Şefi
Alaattin Aktaş da önceki gün bunlardan birini yaşadı ve şaşkınlığı geçmeden bize aktardı.
Alaattin' i dinliyoruz:
"
Devlet İstatistik Enstitüsü, her ayın fiyat artışlarını bir sonraki ayın 4'nde açıklar. Hazırladığı bülteni, saat 10.OO'dan itibaren, görevlileri aracılığıyla ilgili kamu ve basın kuruluşlarına elden dağıtır, telefonla bilgi isterseniz onu da verir. Bültenin dağıtımı, bilgilerin açıklanma günü ve saati hiç şaşmaz: Her ayın 4'ü ve saat 10.O0.
Önceki gün büromda DİE'nin bu bültenini bekliyordum ki aklıma birden, dışarıda acil bir işim olduğu geldi. Dışarı çıkmadan önce, temel bir - iki rakamı alabilmek için bu bültenden sorumlu ve kendisini yakından tanıdığım DİE Yayın Şubesi Müdürü Güldane Kabadayı hanıma telefon ettim. Arayış nedenimi söyledim, yanıt olarak bana saatin kaç olduğunu sordu. Saatime baktım, 09.59, dedim. Bana, kurallarımızı biliyorsunuz, saat 10 olmadan bu konuda hiç kimseye bilgi veremeyiz, yanıtını verdi. Peki, bu durumda ne yapacağız, diye sordum, çaresi yok, saat 10.OO'u bekleyeceğiz, dedi ve bir dakika süreyle telefonu açık tutmamı istedi. Dediğini yaptım, bir dakikalık sessiz bekleyiş sona erdi ve
Güldane Hanım bana istediğim bütün bilgileri verdi."
Avukatları
Halit Çelenk'in anlattığı gibi... Bundan 25 yıl önce 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece idam edilen...
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan, sosyalizme inanan, Türkiye'nin bağımsızlığını ilke edinen, inançlı, yurtsever devrimcilerdi.
Hüseyin İnan'ın mahkemede söylediği gibi
"halkı, uygulanmakta olan başkı ve sömürü rejimi karşısında uyarmak, bilinçlendirmek ve ona gerçekleri göstermek için" gencecik yaşamlarını ortaya koymuşlar ve bir kıvılcım olmak istemişlerdi.
O yüzden sömürü egemenlerini ve onların bekçilerini çok korkuttular. Tek bir kişiyi öldürmedikleri halde. Tek bir tabancayla ordu kurdukları farzedildi. Bugün yargılansalar 15 yıla mahkum olacakları suçlardan idam cezasına çarptırıldılar. Bir defasında 4 Amerikalı eri kaçırmışlardı. 3 gün sonra serbest bıraktılar. Nedenini
Deniz Gezmiş, Erdal Öz'e şöyle anlatır:
"...Suçsuzlar. Üstelik silahları da yok. Biz silahlıyız karşılarında. Ben, cellat pozisyonuna girmişim gibi bir duygu içindeyim. Kendimi bir an onların yerine koyuyorum. Anamı babamı düşünüyorum.
`Olmaz' diyorum. Üçüncü gün filandı, Larry'nin gizlice karısına mektup yazdığını gördüm. Aldım mektubu; vasiyetiydi.
`Artık görüşemeyeceğiz' filan diyordu. Dayanamadım.
`Göreceksin ulan karını' dedim. Ve öldüremedik. Kolay değil, bir insanı öldürmek..."
***
Ülkenin yiğit, gözüpek, dürüst, akıllı gençleri 12 Mart ve 12 Eylül'ün girdabında önce olayların içine çekildi. Sonra bir biçimde heder edildi. Asılarak, öldürülerek, hapislerde çürütülerek, okulsuz ve işsiz bırakılarak... Bugün ülkeyi yönetecek kadroları "sömürünün egemenleri" büyük tehlike görmüşlerdi... Son çeyrek yüzyılda iki darbede "tehlikesiz hale" getirdiler.
Böylece sömürünün, havadan para kazanmanın, kara paranın, mafyalaşmanın, çeteleşmenin önü açıldı. Çetelerin iktidara geldi...
***
Deniz Gezmiş son mektubunda şöyle der:
"Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Oğlun bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu..."
Deniz Gezmiş ve arkadaşları... Yiğit gençlerdi...