Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Melih Aşık


55. Hükümet belli oldu. Yeni bakanlara başarılar ve kolaylıklar diliyoruz. İşleri çok zor. Refahyol'un devrettiği enkazı kaldırmak, kadrolaşmayı dağıtmak hiç de kolay iş değil. Ama bu iş olanaksız da değil. Eski Ulaştırma Bakanlarından Hüseyin Özalp'in yöntemi uygulanırsa, çocuk oyuncağı bile denilebilir. Özalp' in yöntemi mi?
Yıl 1989. Süleyman Demirel başkanlığında yeni Hükümet kurulmuş, Hüseyin Özalp da kabinede Ulaştırma Bakanı olarak yer almıştır. Haberi evinde alır almaz, yakından tanıdığı bir gazeteci dostuna telefon eder, talimatını verir:
-Seni basın danışmanım yaptım, hemen bakanlığa git, görevine başla!
Meslekdaşımız denileni yapar, bakanlığa gider, koltuğa oturur, görevine başlar. Ancak Hüseyin Özalp ortalıkta görünmemektedir. Basın danışmanı, Özalp'a telefon eder, hala niçin gelmediğini sorar. Bakanın yanıtı biraz tuhaftır:
- O p.ştlar görevlerinden ayrılmadan gelmem.
- P.ştlar mı? Kimi kastediyorsunuz Sayın Bakanım?
- Onlar kendilerini bilir. Sen yeter ki bu lafımı ortalığa yay
Basın danışmanı hemen harekete geçer, bakanın bu sözünü özellikle bakanlıktaki üst düzey bürokratlara duyurur. Duyurur da ne mi olur? Br iki gün içinde 10-15 kadar üst düzey bürokrat istifa eder veya izne ayrılır... Sonunda Özalp bakanlığa gelir, koltuğa oturur. Yanına gelip, bu tavrının anlamını soran danışmanına da şu açıklamayı yapar:
-Eski bakanın, bakanlığı bir yığın p.ştla doldurduğunu biliyordum da, bu p.ştların kimler olduğunu bilmiyordum. Ancak onlar kendini biliyordu ve beni uğraştırmadan kendiliklerinden gittiler.


Mesut Yılmaz Hükümeti tamamladığı gün memleketi Rize'de bir başka heyecan yaşanıyordu. Çay TV'nin düzenlediği Uluslararası 1. Altın Burun Yarışması'yla ülkemiz Cumhuriyet tarihinin ilk "burun kralı"na kavuşuyordu. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu'nda bu ünvan Padişah 2. Abdülhamit'e aitti. O zamanlar "burun" kelimesinin geçtiği bir yazı doğrudan Padişahın manevi şahsiyetini tahkir anlamına geliyordu. Ki, bu da direkt olarak hapis ve sürgün cezalarına tekabül ediyordu.
Şimdi "çok gelişmiş" bir demokrasiye sahip olduğumuz için Burun Yarışması sorun yaratmadı.
Rize'deki tarihi yarışmayı Jüri üyesi gibi ağır bir sorumluluk üstlenerek izleyen arkadaşımız Nazım Alpman, "araştırmacı burunculuk" örneği sergileyerek Altın Burun ödülünü kazanan Mehmet Özyürek'le konuştu:
- "Her işe burnunuzu sokar mısınız?"
- "Hayır, bana gelip sorarlarsa fikrimi söylerim."
-"Siz ne iş yapıyorsunuz?"
- "Artvin Köy Hizmetleri'nde atölye ustası olarak görev yapıyorum."
-"Büyük burunlu olmak nasıl bir duygu?"
- "Herkesin ilgisini çekiyorum. Güzel bir duygu..."
- "Şimdi Burun Kralı oldunuz. Mutlu musunuz?"
- "Hep böyle bir yarışmanın hayaliyle yaşadım. Bir gün Burun Kralı olacağımı tahmin ediyordum."
-"50 milyon liralık ödülü nasıl değerlendireceksizin?"
- "Konut kooperatifi borcum vardı. İlaç gibi geldi."
-"Gelecek için planlarınız var mı?"
- "Burun silmeli mentollü kağıt mendil reklamlarında, parfüm, deodorant gibi koku özelliği öne çıkan reklamlarda oynayabilirim."
-"Hayırlı başarılar dilerim!"


Eğer bütün topluma Profesör İlhan Arsel'in "Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına" adlı kitabını okutabilseydik, bu çağda ne Refahyol iskelesine uğrardık, ne din devleti durağında macera arardık. Vakti zamanında bu kitabı okumuş olsaydık Atatürk Türkiye'sinin ve demokratik rejimin nimetlerini çoktan kavramış, uygar ufuklara yelken açmış bir toplum olurduk. Çünkü şeriat düzenine ilişkin herşey Osmanlı döneminde denenmiş. Ama çöküş önlenememiş...
Şimdi yukarda adını andığımız kitaptan birkaç satırı, Osmanlı ile Atatürk Türkiyesi arasındaki farkı farketmek üzere aşağıya alıyoruz.
Osmanlı'da Başbakan nasıl seçilirmiş? Görelim...
... Bunlardan biri rüyaya itibar usulü idi ki şöyle olurdu: Şeyhülislam efendi rüyasında birini sadrazamlığa getirilmiş görecek ve on kişiyi Padişah'a öğüt verecek ve padişah da böylece atama işine girişecekti. Örneğin Selim III gibi, hem de güya devlette reform taraftarı görünen bir padişah zamanında, Gazi Hasan Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesi şöyle olmuştur: Hicri 1204 yılında Sultan Selim, hem Şeyhülislam'dan ve hem de Kaymakam Paşa'dan, sadrazamlık için aday göstermelerini ister. Bunun üzerine tayin işi "istihare" ye bırakılır: Yani o gece abdest alınıp dualar okunur ve uykuya yatılır. Fakat ne var ki şeyhülislam rüyasında hiçbir şey görmediğini bildirir. Kaymakam Paşa da aynı şeyi söyler. Buna karşılık Padişah, rüyasında üç kez arka arkaya Cezayirli Gazi Hasan Paşa'yı gördüğünü ifade eder. Hasan Paşa sadarete layık görülür ve "mührü hümayun" kendisine gönderilir.
Hasan Paşa'nın Sadrazamlığı 3,5 ay sürmüş... Peki sonra?
Okuyalım görelim:
... eğer rüya görmeme durumu ortaya çıkacak olursa, kura çekmek suretiyle çözüm yolu sağlanmış olacaktı. Nitekim Sadrazam Gazi Hasan Paşa'nın ölümünden sonra, onun yerini alacak birini bulmak zorlaşmıştı. Rüya gören pek çıkmadığı için geriye, kura çekerek boş kalan yeri doldurmak şıkkı kalıyordu. Bundan dolayıdır ki Padişah'ın emriyle Rumeli'deki vezirlerin adları bir liste halinde Padişah'a sunuldu ve bu adlar arasında kura çekildi. Kura Rusçuklu Hasan Paşa'ya isabet ettiğinden sadrazamlığa o getirildi. Kendisine sadaret mühürü verildiğinde şaşırıp kaldığı ve çünkü hiçbir iltiması bulunmadığı için bu "teveccühe" akıl ediremediği söylenir...

Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr