Siyaset Meydanı'nda önceki akşam "temel eğitim" tartışmasını izledik... Küçük konuşmacılar harikaydı... Eğitim uzmanları da meseleyi çok net gözönüne serdiler. Genel hatlarıyla anlattılar ki...
Temel eğitim konusu geçen yıl Milli Eğitim Şurası'nda ele alınmıştır.
Şura'da RP dahil tüm partiler görüşlerini tüm genişliğiyle açıklamışlardır. Sonunda büyük ağırlıkla "8 yıllık kesintisiz eğitim" kararı alınmıştır.
Bu karar "çocuk"ların bir meslek seçimi için karar verecek düzeye ancak 8 yıllık eğitim sonunda gelebilecekleri gerçeğinden hareketle verilmiştir.
Demokrasiye inanan herkes, Şura'da son derece demokratik biçimde alınan bu karara uymalıdır.
Ama RP uymamaktadır... Çünkü RP'nin meselesi çocukların eğitimi değil, onları küçük yaştan koşullandırılarak inançlı birer RP militanı olarak yetiştirmektir.
Siyaset Meydanı'na katılanların "çoğunluğu" bu görüşleri ifade ettiler.
Milli Eğitim Bakanlığı da MGK'ya "Kesintisiz 8 yıl"ı öngören bir model götürüyor.
Görünüşte... Erbakan'ın 5 artı 3 ısrarı kırılıyor. MGK'nın da kararı doğrultusunda "kesintisiz 8 yıl" kabul ediliyor gibi.
Ancak... Eğitimci arkadaşımız Abbas Güçlü dahil birçok eğitimci, "kesintisiz 8 yıl" görüntüsü altında RP'nin de benimseyeceği bir modelin parlamentoya ve MGK'ya yutturulmakta olduğu kanısında...
Bu model "8 yıl kesintisiz eğitim"in son iki yılına, seçmeli olarak Arapça ve Kur'an dersleri koymayı öngörüyor ki... Teoride masum görünse de... Uygulamada tüm öğrencilerin bu seçmeli dersleri kabule zorlanacağı ve tüm temel öğretimin imam hatipleştireceği kuşkusu taşıyor. Bu arada konu kayıyor... Ortada milyonlarca öğrencinin temel eğitimiyle ilgili bir konu varken... Çerçeve daralıyor, tartışma 300 bin imam hatip ortaokulu öğrencisinin geleceğinde yoğunlaşıyor. Neden?.. Çünkü dinci kesim örgütlü. Kendi varlığını ve tezini inançla savunuyor. Gündemi de dolayısıyla onlar saptıyor.
Dürüst bir hukukçu olduğu kadar iyi de bir fıkra derleyicisi olan Bursa Barosu Başkanı Ekrem Demiröz anlattı...
Adamın biri Temel'e, ballandıra ballandıra "Leyla ile Mecnun" un öyküsünü anlatıyormuş. Birbirlerine aşık oluşlarını, Mecnun'un çöllere düşüşünü bir bir sayıp dökmüş.
Öyküsünü bitirince, Temel'e sormuş:
- Hikayeyi anladın mı?
- Anladum, anladum da, ha o Leyla Mecnun'un nesidur bi tek oni anlayamadum.
Cep telefonları dinleniyormuş... Bundan en çok işadamları rahatsız oluyormuş. Ticari sırlarının başkasının eline geçmesinden korkuyorlarmış. Hangi ticari sırlar mı? Buyrun bir cep muhabbetine kulak verelim:
- Cabbar nerdesin?
- Ankara'dayım abi?
- İhaleyi sağlama aldın mı?
- Tamam abi ihale mafyası ayarlandı, öteki firmalar kovalandı.
- Bakanlıktaki kuşlar yemlendi mi?
- Yemlendi abi... Yüzde 20'yle işi kapattık...
- Bakanın verdiği hesaba ödemeyi yaptınız mı?
- Yapıldı abi...
- En tepedeki abimiz memnun edildi mi?
- O iş de tamamdır abi...
- Fabrikayı kaça kapatıyorsunuz?
- Arsa fiyatına kapatıyoruz abi...
- Banka kredisi ayarlandı mı?
- Ayıpsın abi şu anda müdür yanımda yemeğe gidiyoruz.
- Afiyet olsun Cabbar...
- Emrin olur abi...
Erenköy'den Abuzer:
- Rüyamda gazete bayiliği yapıyorum. Bakırköy'deki kioskumda oturmuş çayımı içerken Büyükşehir Belediyesi'nden biri geliyor: "Ne ulan bu?.." diyor, "Böyle gavur icatlarına göz yumacağımızı mı sanıyorsunuz ?"
Çayımı höpürdetiyorum. "Bir yanlışlık var galiba beyefendi" diyorum, "Hastane az ileride..." Görevli iyice sinirleniyor. Vinç ekibine emir verip kioskumu götürüyor...
Ertesi gün yeni bir kiosk daha yaptırıp Üsküdar Meydanı'na yerleşiyorum. Ama Belediye'den kurtuluş yok... Prosedürü uygulayıp bizim kiosku yine uçuruyorlar. Yetkiliye "Yuh be...", diyorum. "Hadi çağdaş kafaya karşısınız, anladık... Peki çağdaş keresteden niye korkuyorsunuz?.."
Aradan biraz zaman geçiyor. Bu kez Taksim Meydanı'ndaki yeni kioskumun açılış törenini yapıyorum. Kurdeleyi kesen Tayyip Erdoğan, "İşte sevgili vatandaşlarım" diyor. "Kiosk dediğiniz böyle olur. Abuzer Bey kafayı çalıştırıp, kioskunun dört bir yanını minarelerle donatmış..."
YORUMU: İstanbul'un bütün sorunlarını çözdükten sonra, yapacak başka işi kalmayan Belediye Başkanı'nın bu tip şeylerle uğraşmasını makul karşılayın lütfen...
***
Şanlıurfa'dan Hamza:
- Rüyamda Meclis'teyim. Koridorlarda gezerken yaşlı bir adamla karşılaşıyorum. "Afedersiniz beyefendi" diyorum, "Meclis lokantası ne tarafa düşüyor acaba?" Tarif ediyor. Teşekkürlerimi sunup kendisinin hangi parti milletvekili olduğunu soruyorum. "Ne milletvekili evlat" diyor. "Ben son üç dönemdir iş bulmak için Meclis'i mekan eylemiş bir vatandaşım... Bu binanın her köşesini adım adım bilirim..."
Gülümseyerek lokantaya giriyorum. DYP milletvekillerinin oturduğu masaya doğru yürüyorum. Vekiller bir yandan çiğköfte yiyor, bir yandan da Necmettin Cevheri'nin anlattığı Nasrettin Hoca fıkralarını dinliyor. Bazıları, ağızındaki lokma bitmeden kahkaha patlattığı için, çiğköfteler tavana yapışıyor..."
İçimden "Ulan oğlum" diyorum. "Boşuna korkuyorsun... Bunların haline bakılırsa askeri müdahale falan sözkonusu değil..."
Tam o sırada Süleyman Demirel giriyor lokantaya. Elindeki bavulu Cevheri'ye uzatıp "Buyur kardeşim" diyor. "O kadar söyledik, inanmadın. Al bu bavulu da don, gömlek gibi ihtiyaçlarını yerleştir. Hamzakoy'de lazım olacak..."
YORUMU: Kusura bakmayın, biz bu rüyanın yorumunu yapamadık. Hasan Pulur üstada sorduk. Dedi ki: "Tarih tekerrürden ibarettir... Ama, ders alınsaydı tekerrür eder miydi hiç..."