İki babacan kedi yanyana yatmış sohbet ediyorlar... O arada minik bir fare bunlardan birinin bıyıklarının altından koşa koşa geçmiş.. Dönüşte aynı yerden yine koşa koşa geçerken babacan kedi pençeyi yapıştırdığı gibi yavru fareyi cansız yere sermiş. Arkadaşı sormuş:
- Neden öldürdün hayvanı? Ne olur bıyığının altından geçse?
- Yol olurdu, demiş babacan kedi...
Bizim kimi devlet adamlarında bu kadar basiret yoktur...
Nice kepazelik onların aymazlığı yüzünden "yol" oldu yakın tarihimizde...
Kimileri için de mazeret...
Nitekim Bülent Ecevit, Esad Coşan'ın Süleymaniye'ye gömülmesi konusunda mazeret ararken:
- Yolu daha önce açtılar, diyor...
Eğer birşey "yol" olmuşsa kanunların bile üzerine çıkıyor demek.
O zaman Atilla Kıyat'ın sorusu önem kazanıyor:
- Yol oldu diye yolsuzlukları da görmezden gelsinler bari...
Profesör Asım Özkan gönderdiği notta diyor ki:
- Başbakanımızdan beklenen, bu yolu daha önce açanların aldıkları yanlış kararlarına uymak değil, yanlışın düzeltilmesini sağlamaya çalışmasıydı. Bu amaçla söz konusu SİT alanına Cumhuriyet döneminde gömülmüş olanların mezarlarının oradan nakledilmesini önermeliydi.
Biz onun tiki var sanıyorduk. Meğer yıllardır sağa göz kırparmış.
Sarışın bir hanım bir muhabbet kuşu almak istemiş... Satıcıya sormuş:
- Bu konuşur mu?
- Tabii efendim iki haftaya kalmaz karşılıklı sohbet bile edersiniz.
İki hafta sonra hanım geri gelmiş:
- Bu kuş tek kelime etmedi!
- İmkanı yok... Salıncakta sallanırken bülbül gibi konuşur...
- İyi de siz salıncak vermediniz ki bana...
- Buyrun salıncak...
İki hafta sonra kadın yine dükkanda:
- Bakın beyefendi, 4 hafta geçti bu hayvandan hala ses çıkmıyor!
- Merdivenden çıkıp inerken konuşuyor olmalıydı...
- Merdiven mi? Bana merdiven satmadınız ki?
Adam güle oynaya kadına bir de merdiven satmış...
Ama kadın iki hafta sonra dükkanda...
Kuş kafeste nalları dikmiş vaziyette yatıyor.
Adam şaşkın:
- Hanımefendi hiç mi konuşmadı bu hayvan?
- Valla ölmeden önce tek bir cümle söyledi.
- Ne dedi?
- O dükkanda kuş yemi yok mu?
Basit yaşamalısın... Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; tek bir düğme, tek bir cümle gibi; sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana; basit sıcak bir öpücük ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin. O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını. Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın; hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın. İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin. Kısacık olacak uyanman ve yola çıkman arasında geçen süre. Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre. Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını; bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak. Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar. Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını. Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini. Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir "fa diyez"in mutluluğunu.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.. "Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak onu da bilmeyişin. Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye.
Saatin, sadece saati gösterecek; telefonunu, sadece telefon etmek için kullanacaksın. Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit, sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...
(İnternet'ten)
İnsanlar, gelmeleri ile yalnızlıklarını dağıtanları severler.Gitmeleri ile kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar...
Özdemir Asaf