Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih Aşık


Milyonu aşkın gencimiz, üniversite sınavlarına girdi. Çoğunluğu kazanamayacak.. Bir kısmı yurt dışına gönderilecek.. Okuma savaşını gurbette sürdürmek üzere.. Onlardan biriyle; Stratford on Avon kentinde bu yıl ekonomi öğrenimine başlayan bir delikanlıyla sohbet ediyoruz:
- Nasıl gidiyor delikanlı?..
- Zor...
- Nedir zor, anlat bakalım...
- Sistem çok değişti. Ben özel bir kolejde okumuştum. Kitapları ezberler, sınavlarda (a), (b), (c), (d) şıklarından birini işaretler, sınavlardan sonra genellikle öğrendiklerimizi unuturduk. Çünkü onların bizi "bilgilendirmek" için değil, zeka ve yeteneğimizi ölçmek için öğretildiğini düşünürdük...
- İngiltere'de sistem nasıl?..
- Burada kitap ezberleyip sınava girmek yok. Öğretmenler her konuyu araştırmamızı istiyor. Her ödev için kütüphaneye gidiyor, birkaç ayrı kitaptan o konuyla ilgili değişik görüşler çıkarıyor, bir sentez oluşturmaya çalışıyoruz. Sınavlarda da böyle soru geliyor. Soruyu bir sentez, bir yorum oluşturarak yanıtlamak zorundasınız.
- Türkiye'de nasıldı?..
- Kütüphanenin kapısından içeri girmemiştik. Zaten okulun kütüphanesi de birkaç raf kitaptan ibaretti.
Genç adam ilginç bir noktaya daha dikkat çekiyor:
- Burada en çok da lise yıllarındayken gazete okumamanın bizde yarattığı boşluğu hissediyoruz. Sendikalar, dernekler, siyasi partiler, gelir dağılımı, sosyal sınıflar, toplumsal ilişkiler... Basını yeterince dikkatli takip etmemiş olmanın acısı, bu güncel kavramlar üzerinde fikir yürütmek gerektiğinde fazlasıyla çıkıyor. O boşluk yüzünden bu konular üzerine birkaç misli fazla zaman harcıyoruz. Anladım ki okul kitapları hayatı öğretmekte çok yetersiz. Öğrencilerin ortaokul yıllarından başlayarak gazete okumaları şart...
İngiltere'de okumaya çabalayan genç adam bize bunları anlattı. Diğer gençlerin dikkatine...



Tansu Çiller meydanlarda esip savuruyor:
- Tekelci sermaye, kendini imparator ilan etti! Ama vız gelir bize! Bizim tek imparatorumuz halktır! Sadece halkın önünde eğiliriz!...
Bunca tornistandan sonra... Vatandaşlar, Tans Hanım'ın geldiği "en son" noktanın "Marksizm" olduğunu düşünecek neredeyse...
DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak anımsatıyor:
- Tansu Hanım'ın DYP Genel Başkanı olarak yıllarca "tekelci sermaye"nin hamiliğini yapan veya ondan yarar uman bir siyasi misyondan geldiğini bilmesi gerekirdi. Tekelci sermayeyi bu tarzda suçlamak başkalarının işi olabilir; ama asla Çiller'in işi değil bu... Hanımefendi bu tavrıyla "1946 ruhu"na ihanet etmekle kalmıyor, bindiği dalı da kesiyor...


Prof. Doktor (!) Nasrettin Erbakan'ın "Refah'ı sevemiyorsan, kendini tedavi ettireceksin!.." sözleriyle veciz bir şekilde dile getirdiği "teşhis", yurttaşları harekete geçirdi.
"Refah'ı sevemeyen!" vatandaşların bir bölümü, hızla, "tedavi"nin nerede ve nasıl yapılacağını araştırmaya koyuldu. Sözkonusu tedavi, sözgelimi Ankara - Sincan'da özel bir poliklinikte, ilacın iğneyle "ağır ağır zerkedilmesi" biçiminde mi... yoksa Hoca'nın pek sık ifade ettiği gibi, "aspirinin çikolataya bulanması" ve öylece "yutturulması" biçiminde mi olacak?..
"Refah'ı sevemeyen" bir grup vatandaş... ve mesela Eğirdir'den İzzet Özdamar da der ki:
- Türkiye'yi, demokrasiyi, laikliği, Atatürk'ü ve milletimi çok seviyorum. Ama Refah'ı sevemiyorum. Kendimi tedavi ettirmek de istemiyorum. Akıllı olup Refah'ı sevmektense.. Gerçekten laik ve demokratik bir Türkiye'nin delisi olarak kalmaya razıyım...


Devlet işletmeleri... Özel işletmeler... Yarı özel işletmeler... Atatürk Havalimanı'ndaki Tekel Satış mağazası bu üçüncü modelin "pırıl pırıl" bir örneğidir. Ve bu özelliğini yıllardır sürdürür...
Son olarak bir kaç gün önce satış mağazasından birkaç parça Tekel ürünü alıyor, kasanın önüne geliyoruz... Kasiyerin yapacağı pasaportunuzu görmek, kasanın tuşlarına basarak fiyat yazmak, satış fişini size takdim etmektir, değil mi?..
Hayır öyle değil... Kasadaki zat, eline aldığı küçük bir hesap makinesine basıyor. Makineyi size doğru tutarak fiyatı söylüyor. Fiş vermiyor. Çünkü satılan malı kasaya işlemiyor...
Eğer fiş isterseniz, o zaman biraz sinirleniyor; pasaportunuzu istiyor, fiyatı ve pasaportu kasaya işleyip satış fişini veriyor...
Atatürk Hava Limanı Satış Mağazası'nda, her gün milyonlarca liralık satış böyle yapılıyor. Maliye Bakanlığı'na bağlı bir satış mağazası fişsiz faturasız satış yapıyor. İlginçtir; bu mağazadan milletvekilleri, bürokratlar, maliyeciler, gümrükçüler de alışveriş yapıyor. Ve bu yıllardır böyle sürüyor. Önceki yıllarda da rastlamış ve yazmıştık. Ama kimse bu mağazayı düzeltemiyor...
Çıkan mal belli olmadığına göre bu mağazadan hergün ne kadar mal satıldığı nasıl belirleniyor?.. Ne kadar mal giriyor, ne kadar mal çıkıyor?.. Bu işin hesabı nasıl tutuluyor?..
Bu mağazalarla rahmetli Adnan Kahveci de başa çıkamamış, tek çarenin özelleştirmek olduğunu söylemişti. Ama burasını özelleştirmek kimsenin işine gelmiyor olmalı ki, bu mağaza hala "yarı - özel..." Yani kazanç kırışılıyor... Acaba Maliye Bakanı bu mesele hakkında ne düşünür?..


Meclisspor Futbol Takımı'nın KKTC milletvekilleriyle yapacağı maç dolayısıyla verilen kokteylde arkadaşımız Fahrettin Fidan, bir süre önce DSP'den ihraç edilen Meclis takımının "as" oyuncusu Erdal Kesebir'e sordu:
- Meclisspor sayesinde yeniden futbola dönmenin yararını gördünüz mü?
- Üüüfff, hem de nasıl!
- Ne yararı oldu?.
- Partiden ihraç edildikten sonra DSP'li arkadaşlarım Sayın Ecevit'ten korktukları için benden vebalı gibi kaçmaya, kuliste gördüklerinde selam bile vermemeye başlamışlardı. Şimdi her golden sonra DSP'li takım arkadaşlarıma koşuyor; tebrik bahanesiyle kendilerini hasretle kucaklıyorum. Aynı bahaneyle onlar da korkmadan bana sarılabiliyorlar...
Yazara Emailm.asik@milliyet.com.tr