"Yasaları dine dayalı olan devletler, kısa bir süre sonra ülkenin ve ulusun isteklerini karşılayamazlar; çünkü dinler değişmez kuralları kapsarlar. Yaşam yürür, gereksinimler hızla değişir...Köklerini dinden alan yasalar, uygulandıkları toplumları gökten indikleri ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeyi etkileyen engeller arasında bulunurlar...Dinin kural olarak yasalara girmesi, tarihin akışı içinde, çoğunlukla devlet adamlarının, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini doyurma aracı olması sonucunu doğurmuştur.."
Atatürk' ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Karakurt' un kaleme aldığı bu görüşler, Medeni Kanunu'muzun da gerekçesini oluşturuyordu. Ancak bu gerekçe, şu günlerde Meclis'te görüşülmekte olan yeni Medeni Kanun tasarısında yer almıyor. Neden mi? DSP milletvekili Ali Arabacı' yı dinliyoruz.
- Efendim, tasarının görüşüldüğü Adalet Komisyonu'nda görev yapan Nazlı Ilıcak, Mehmet Ali Şahin gibi bazı arkadaşlarımıza göre, bu sözlerle dine, İslamiyet'e küfür ediliyormuş! Oysa 75 yıl önce bu gerekçenin kabul edildiği Meclis'te Halil Hulki Aydın, Mustafa Fehmi Gerçeker, Rasih Kaplan gibi din adamları vardı. O Meclis yasayı onaylamıştı. Meclis 75 yıl öncesinden daha geriye düşmüştür.
Yolumuz nereye çıkıyor? Çağdaş uygarlığa mı? Çağdaş barbarlığa mı?
Almanya’ya Türk işçi göçünün 40’ıncı yılı kutlanırken... Sosyal Demokrasi Vakfı SODEV, yayımladığı bildiride önemli bir noktaya dikkati çekiyor:
"Defalarca söz verilmesine rağmen yurtdışındaki seçmenlerin bulundukları yerlerden parlamento seçimlerine katılması sağlanmadı.
Bu hak 1995 Anayasa değişikliği ile tescil edildi. Ancak uyum yasası bu zamana kadar çıkarılmadığı için yurttaşlarımız büyük ihtimalle gelecek seçimlerde de oy kullanamayacaklar. Bu yasalar artık çıkarılmalı" diyor...
İktidar duyuyor mu dersiniz?
Kimi diyor ki "Hükümet para için Mehmet'in kanını sattı"...
Hükümet diyor ki: "Haşa, Türkiye terörle mücadeleye ön safta katılmak zorundadır. Savaşa mecbur kalındığı vakit ondan kaçmamak gerekir"
Hükümet ve destekleyenleri yukardaki laflarla Afganistan'a asker gönderilmesini alkışlarken okurumuz Bayram Gökçek soruyor:
- Eğer yeşil dolar beklentiniz olmasaydı gene de asker gönderecek miydiniz?
Başbakan Ecevit "Afganistan’daki harekâtın ön saflarında yer almalıyız" demiş.
Satrançtaki piyonlar gibi...
Basınımızın saygın yazarlarından biri havaya uymuş, dünkü yazısını şöyle bitirmişti:
"... Acaba başka bir çözüm var mıydı? sorusuyla vakit yitirmenin anlamı yok.
Tabii ahlaksız bir popülizm yapmayacaksanız veya bir avuç yobazın oyunu bu sayede alırız hesabıyla seviyesizleşmeye kalkmayacaksanız..."
Böylece sayın ağabeyimiz gazetecinin soracağı temel soruya sınır koyup kendisi gibi düşünmeyenleri "ahlaksız popülizm" yapmakla suçluyor.
İlginç...
Gorbaçov'un danışmanı Evgeni Primakov "Bu savaş olmayabilirdi" adlı kitabı yazdığında Körfez savaşı bitmişti. Söylemeye gerek yok... Gazeteci, yazar, aydın, siyasetçi, hayatı her anında sorgulamakla yükümlüdür. Özellikle de savaş zamanlarında.
Amerikalı ünlü tarih profesörü Howard Zinn ne diyor:
"Savaş zamanlarında gerçek yurtseverlik sürekli soru sormaktır"
Elbette savaş tamtamlarını çalanlar gerçekleri gizleyecek, aykırı görüşleri kamuoyundan saklamak için her türlü sansürü deneyeceklerdir.
Gazetecinin görevi işte bu aldatıcı perdeyi soru bombardımanıyla yırtmak değil midir? Amerika darbeyi kalbinden yiyen ülke olduğu halde ABD'nin profesörleri, aydınları, yazarları Bush yönetiminin kararlarını sürekli sorguluyor.
Biz kendimize bu özgürlüğü çok görüyoruz... Ne sadakat?
Amerikan havayollarında korsan paniği devam ediyormuş. Pan Amerikan’ın yerini Panik Amerikan aldı anlaşılan.