Kritik saatlerdeMelih AŞIKF tipi cezaevlerini protesto amacıyla siyasi tutukluların sürdürdüğü ölüm oruçlarında 44'üncü güne girildi...
45'inci günde hayati tehlike sınırı aşılıyor ve kritik saatler başlıyor. 50 günden sonra ise yaşama dönüş zorlaşıyor, eylem sona erse bile vücutta kalıcı izler bırakıyor...
Hükümet önceki gün eylemcilerle pazarlığa girişmeyeceğini, eylemlere son verilmezse "müdahale" edeceğini duyurdu.
Cumhuriyet yazarı
Aydın Engin, önceki akşam İstanbul Barosu'nca düzenlenen konuyla ilgili toplantıda, 1996'daki ölüm orucunda da aynı yolun izlendiğini ve 12 genç insanın yaşamını yitirdiğini hatırlatarak dedi ki:
- Yeni ölümlere sebep olmamak için acilen bir şey yapılması gerekiyor. Çok somut bir önerim var: Mümkün olursa tüm illerin baro başkanları, veya en azından 10 - 12 büyük ilin baro başkanı, hiç gecikmeden cezaevlerini ziyaret etsin... Eylemcilerle konuşup "Biz baro başkanları olarak Adalet Bakanlığı'yla derhal temasa geçip F tipi konusundaki itirazlarımızı ve sizin taleplerinizi tüm ayrıntılarıyla iletmeyi taahhüt ediyoruz. Ama önce şu ölüm oruçlarını durdurun" desinler... Eğer bu yapılırsa eylemcilerin "Peki, görüşmelerden sonuç alınıncaya kadar ölüm oruçlarına ara veriyoruz" demesi çok mümkündür. İstanbul Barosu Başkanı
Yücel Sayman da;
- Evet, dedi, oturalım konuşalım, F tipi cezaevleri belki yıkmadan değiştirilebilir. "Tecrit" yönü değiştirilebilir. Değişmenin de tartışmaya açılması lazım. Ama projenin başından beri hiçbir şey konuşmayan bir iktidar karşısındayız. Bu suskunluk insanların yaşamına malolmasın...
İstikrar kriziSözde son 20 yılın en ciddi istikrar programı yürütülüyordu. Enflasyon bu yıl yüzde 25'e, önümüzdeki yıl yüzde 12'ye düşecekti. Başbakan
Ecevit olsun, gazetelerde ekonomi yazarı olarak görev alan banka temsilcileri olsun programı yere göğe sığdıramıyorlardı. Derken... Türkiye kendini son yılların en büyük ekonomik krizinin içinde buldu...
Öztin Akgüç, Özer Ertuna gibi ekonomist yazarlar aylardır bu krizi haber veriyordu... Diyorlardı ki... Üretimi arttırmadan.. Ciddi yapısal önlemler almadan ekonomide ciddi düzelmeler olmaz. IMF reçeteleriyle ülke kurtulmaz.
Bu fakir halk hem kendini doyuracak hem hortumu sonuna kadar dayamış iç ve dış hırsızları.. Mümkün değil...
Baba’nın şimdi de "kayınbiraderi" orman arazisi kapatmaya kalkmış...
Aile fotoğrafında "torunlar" da vardı. Aman dikkat!
Cihan DemirciYağmur şartı!Fıkra
Şakir Süter'den...
Delikanlı sevdiği kıza telefonda en şiddetli kelimelerle ilan - ı aşk ediyor:
- Senin için dağları devirir, aslanlarla boğuşur, fırtınalarla yarışır, okyanusları aşarım...Ardından önerisini yapıyor:
- Yarın görüşelim mi?Kız, bu haşin erkekle buluşmaya evet diyor...
- Peki nerede?
- Eğer yağmur yağmazsa, seni yarın otobüs durağında bekleyeceğim. Ormanda piknikHerkes birşeyi merak eder... Biz de merak etmekteyiz ki.. Acaba Amca
Demirel ne zaman Fatih Ormanı'nda piknik yapacak?
Bu da nereden çıktı diyeceksiniz.. Efendim malumunuz... Amca
Demirel, ABD gezisi öncesi Samsun'a giderken aileden
Kamuran Çörtük'ün uçağına bindi. Dönüşte de Ankara'ya
Cavit Çağlar'ın uçağıyla gitti. Amca, aile fotoğrafında yer alanların arkasında olduğu mesajını vermek için böyle bir yol kullanıyor. Dolayısıyla orman kapatmaktan sabıkalı Kayınbirader'in arkasında olduğunu da herhalde Fatih Ormanı'nda piknik yaparak belli edecektir. Diye düşünüyoruz...
Uçurumun kenarıDünya Bankası Başkan Yardımcısı
Johannes Linn özel bir sohbette:
- Türkiye uçurumun kenarına geldi, demiş...
Yani öyle ki...
- Sağ yap gel abi, sol yap gel, ortala gel, gel gel gel, hooop...
- Ne oldu?
- Uçurumun kenarına geldin...
- Yahu sen değil misin şimdiye kadar öyle yap gel, böyle yap gel diyen...
- Evet...
- Dediklerini yaptım şimdi uçurumun kenarına geldin, diyorsun...
- Tam yapamadın demek...
- Peki şimdi ne olacak?
- Şimdi birinci vitesi kendi başına bulacaksın... Aksi takdirde uçuruma yuvarlandın gitti...
- Yahu nasıl bulacağım kendi başıma birinci vitesi, bana arabayı kullanmayı öğretmedin ki... Sadece talimatla dümeni oynatmayı öğrettin...
- Öğrenseydin... Ben mi dedim sana, gel de Dünya Bankası ile IMF'nin kucağına otur, diye...
Johannes Linn elbette bu son cümleyi böyle açık söylememiştir. Ama aklından geçen budur.
Türkiye'yi yönetenler bir süredir ülkenin yönetimini IMF ile Dünya Bankası'na bıraktılar. Son 20 yıldır ülke uzaktan kumanda ile yönetiliyor.
"İyiye gidiyorsunuz" yalanıyla bir süre idare ediliyor... Ve herşey iyiye giderken ve hava günlük güneşlikken birden ekonomik krizlere yakalanıyor.
***
IMF ve Dünya Bankası Türk ekonomisini kurtarmakla görevli kuruluşlar değildir. ABD'nin dünya üzerindeki egemenliğini sürdürmeye hizmet eden sistemin araçlarıdır. Verdikleri tavsiyelerle bugüne dek fakir bir ülkeyi düzlüğe çıkardıkları görülmüş değildir. Sadece güç duruma düşen ülkeleri ölmeyecek kadar yaşatırlar. Ne kadar sütü kalmışsa bunun da uluslararası sermaye tarafından sağılması için çalışırlar...
Bugün ülkeyi yöneten kadrolar, ne içine girilen ekonomik krizin sebeplerini bulabilmekte, ne çözümü bilmektedir. Ülkeyi yönetenler ne olup biteceğini ve ne tür önlem alınması gerektiğini yine IMF ile Dünya Bankası'na sormaktadır. Nasıl kurtulacağını Azrail'e soran talihsiz hasta gibi...
Üstelik belli zamanlarda Anıtkabir'e gidip
"Bağımsızlık Karakterimdir" diyen
Atatürk'ün şeref defterine
"İzindeyiz Atam" diye yazarken de hiç yüzleri kızarmamaktadır.