"Örgüt militanlarının evlerinde yapılan aramada üç tabanca, bir daktilo, iki yüz teksir kağıdı ve çok sayıda YASAK YAYIN ele geçirilmiş olup..."
Dünyada, kitabı suç aleti olarak kabul eden belki de tek... Kütüphane Haftası adı altında da hafta düzenleyen sayılı ülkelerden biriyiz... ve içinde bulunduğumuz hafta Kütüphaneler Haftası!
Kütüphane Batı dünyasında eğitimin kalbidir. Öğrenci kitap ezberleyerek değil, kütüphanelerde araştırma yaparak yetişir. Böylece araştırma, düşünme, sentez yetenekleri kazanır. Türkiye'de bunlar önemli değildir. Önemli olan, özellikle bugünlerde, İmam Hatip okullarının geleceğidir! Biz önemsiz olanı yeğliyor...
Ankara'da bir üniversitenin Kütüphane Müdürüyle konuşuyoruz:
- Haftanız kutlu olsun diyor ve sizi dinliyoruz.
- En büyük sorunumuz, bu mesleğin kütüphaneciler dışında herkesin yapabileceği bir meslek olduğu şeklindeki anlayıştır. Bir tek örnek vereyim; Bugün Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü koltuğunda oturan zatın, kütüphanecilikle hiçbir ilgisi yoktur.
- Ya diğer sorunlarınız?
- Kişisel, ekonomik sorunlarımıza hiç girmeyeceğim. Ankara Üniversitesi, bugün Türkiye'nin en gelişmiş üniversitelerinden biridir. Ama bu "üniversite"nin sahip olduğu kitap sayısı, Batı'daki bir "fakülte"nin sahip olduğu kitap sayısının yarısı düzeyinde bile değildir.
- Başka?
- Üniversite kütüphaneleri arasında da, gerek yönetim anlayışı, gerekse kitap zenginliği açısından inanılmaz farklar vardır. Örneğin Bilkent Üniversitesi Kütüphane Müdürü, aynı zamanda Rektör Yardımcısıdır. Ve Bilkent Kütüphanesi'nin yıllık bütçesi 25 milyon dolar civarındadır. Oysa bu üniversiteden birkaç kilometre uzaklıktaki, örneğin Gazi Üniversitesi'nin değil kütüphane bütçesi, tüm bütçesi bile bu rakama zor ulaşır.
- Sizin kütüphanenizde durum nedir?
- Devletin ayırdığı para ile ancak bazı periyodikleri satın alabiliyoruz. Bağışlar olmasa kapımıza çoktan kilit vurmuştuk. Devlette tasarruf denince akla ilk gelen kütüphaneler olur maalesef. Ünlü 5 Nisan kararlarından sonra kütüphanelere ayrılan para o kadar azaltıldı ki, o gün bugündür bitkisel hayat yaşıyoruz adeta. En üzücü olan da, tasarruf uygulamalarında ilk ve en büyük darbenin dış yayınlara vurulmasıdır.
Refah Partisi milli eğitimde 8 yıllık kesintisiz eğitimin sakıncaları konusunda sürekli sebep üretiyor. Bu sebeplerin hepsi birbirinden mantıklı. En mantıklısı ise RP milletvekili Ertan Yülek'in uzun araştırmalar sonunda bulduğu ve aşağıdaki biçimde açıkladığı sakınca... Okuyalım...
" Devletin olanakları araştırılmadan... gerekli altyapı hazırlanmadan bu sisteme geçmek tehlikeli... Altyapı hazırlanmadan uygulamaya geçip, 6 yaşındaki öğrenciyle 17 yaşındaki öğrenciye aynı tuvaleti kullandırırsak Türkiye'nin geleceğini tehlikeye atarız... 17 yaşındaki bir genç kız, muayyen günü nedeniyle tuvalette temizlenirken, 6 yaşındaki bir başka kız onu seyredecek... Yine 17 yaşındaki bir delikanlı tuvalette başka şeyler yaparken, 6 yaşındaki bir çocuk da onu seyretmek zorunda kalacak. Böyle bir durumun yaşanmasına hiç izin verilebilir mi?.."
Fıkra Ahmet Feyzi Beyefendi'den...
Temel, banka soymak suçundan yargılanıyormuş.
Son celsede yargıç kararı okumuş; Temel'in suçsuz olduğunun anlaşıldığını, tahliyesine karar verildiğini açıklamış...
Kararı duyan Temel sevinçle ayağa fırlamış:
- Uy cozünü sevdiğimun Haçim beyi, yani şimdu bu paralar benim oldu değil mu?"
DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan, önceki akşam RP yanlısı Kanal 7'de temel eğitimle ilgili soruya RP'yi memnun edecek bir yanıt verdi:
" Beş artı üç formülünün kendilerince bir sakıncası olmadığını"
anlattı. Mehmet Gölhan iki saat sonra Kanal D'deki canlı yayındaydı. Bu defa biraz sıkıştırılınca tam tersine :
"Kesintisiz 8 yıllık eğitimden yana olduklarını" söyledi...
Mehmet Bey kuşkusuz bir ilke adamıydı. İlkesi nabza göre şerbet vermekti.
Kanal D'de önceki akşamki "Durum" programında zorunlu eğitim tartışıldı; Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam programın başında bu konuda yaptıkları hazırlık konusunda geniş izahat verdi. Bu izahattan birşey anlamayan CHP Milletvekili Altan Öymen'in " Sayın Milli Eğitim Bakanı da şaşırmış durumda" sözüne çok içerleyen Mehmet Sağlam, tam tersine kendine "meseleye hakim" havası verdi ama... İzleyici ikna olmadı.
Programın bitiminde Mesut Yılmaz'ın eşi Berna Yılmaz telefonla ANAP'lı eski Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol'u aradı:
- Avni Bey, dedi telaşla, bizim Hasan biliyorsunuz dördüncü sınıfa gidiyor. Kolej sınavlarına hazırlanıyor. Acaba kolejlerin durumu ne olacak? Orta sınıfları kalkacak mı? Programı baştan sona izledim bunu anlamadım.
Avni Akyol bu konuda birşey bilmiyordu. Milli Eğitim Bakanı Sağlam da bilmiyordu. Örneğin Anadolu Liselerinin orta kısmı için bu yıl sınav yapılacaktı. Ama ya kolejler? O belli değildi...
Önemi de yoktu!
Milli Eğitim'in önemli tek meselesi var günümüzde.
İmam hatip'leri kurtarmak...
Tartışmaları izlerseniz... 16 milyon öğrencinin okuduğu ilk ve orta öğretimde 600 bin imam hatip öğrencisinin istikbali dışında herhangi bir problem yok..!
16 milyon çocuğun matematik, fen, bilgisayar, yabancı dil gibi alanlarda öğretmen eksiği, kitap sorunu falan gibi meseleleri de yok...
Önemli tek mesele: Çocukların dini yönden eğitimi...
Acaba "beş artı üç" yaparak imam hatiplerin orta kısımlarını olduğu gibi mi korumalı?
Yoksa 8 yıl kesintisiz yaparak son iki yıla seçmeli Arapça ve Kur'an dersi mi koymalı?
İşte Milli Eğitim'de bütün mesele bu... Başka mesele yok... Veya var da iktidardaki siyasi partilerin derdi değil... Onları ilgilendiren genç neslin geleceği değil kendi gelecekleri çünkü...