Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih Aşık


Dilimizde bir söz vardır... Ölümle korkutup sıtmaya razı etmek... Biraz o misal... Türk toplumu Refahyol'dan korktu, Anasol Cin'e razı oldu. Mesut Yılmaz ve hükümet üyeleri bilmeli ki, bugün hükümetin kuruluşuna ve programına karşı olan sessizlik, milletin aniden Mesut Yılmaz'a ve ANAP'a aşırı sevgi duymasından değil; Refahyol'dan kurtulma kaygısından kaynaklanıyor. Bugün tutulan diller kuşku yok, güvenoyundan sonra çözülecek. Herhalde daha önceki yıllarda bakanlık yapmış, dikkate değer bir başarısı gözlenmemiş kimi isimlerin ANAP'tan tekrar bakan yapılması sorgulanacak... Yüksel Yalova, Lale Aytaman, Kamran İnan, Bülent Akarcalı gibi isimlerin kabine dışı bırakılması eleştirilecek.. Süleyman Demirel'in isteği üzerine iki önemli bakanlığa atanan iki isim üzerinde durulacaktır.
Bu arada bir merak... 28 Şubat'ta MGK, Türkiye'de irticaın önlenmesi için 18 maddelik bir bildiriyi kabul etti. 18 maddede dile gelen o tehlikeler acaba hayal miydi? Yoksa gerçek mi? Eğer hayal idiyse RP'ye karşı büyük bir haksızlık yapılmış demektir ki, tek kelimeyle ayıptır. Eğer gerçek idiyse, ki bize göre gerçekti, o zaman Mesut Yılmaz hükümeti neden bu konu üzerinde durmamıştır?..
Unutmayalım irtica RP'nin değil, bugüne dek Demokrat Parti, Adalet Partisi, DYP, ANAP gibi partilerin kanatları altında büyüme fırsatı buldu.
Eğer ANAP 18 maddelik MGK bildirisinde dile getirilen görüşlerin hayal olduğunu düşünüyor veya oy kaygısıyla bu tehlikeye göz yumuyorsa, irtica olağan gelişmesini saman altından sürdürecek ve herhalde birkaç yıl sonra iktidarda tek başına karşımıza çıkacaktır. Biline...


Spor giyim markası Adidas'ın Türkiye dağıtımını yapan Esem Spor, dört büyük futbol takımının "taraftar profilini" çıkarmak amacıyla iki yıldır titiz bir çalışma yürütüyor...
Ürün pazarlaması konusunda strateji belirlemek (gerekirse de yenilemek..) düşüncesiyle yaptırılan, o yüzden de kamuoyuna yansımayan PİAR çalışmasından "tesadüfen" haberdar oluyoruz. Bilgi için aradığımız firma yetkililerinden Hakan Kavaklı araştırma sonuçlarından yola çıkarak "tribündeki" vatandaşın sayısal ve sosyal özelliklerini aktarıyor:
- Kasım 96'da üç büyük şehirde yürütülen anket çalışmalarının sonuçlarına göre.. Genç futbol izleyicilerinin yüzde 40'ı Fenerbahçe'yi, yüzde 35'i Galatasaray'ı, yüzde 22'si Beşiktaş'ı, yüzde 3'ü de Trabzonspor'u şu veya bu düzeyde destekliyor.
- "Şu veya bu düzeyde" ne demek?..
- "Koyuluk" oranları değişiyor.. Yani taraftar, takıma bağlılığını "dozu" giderek koyulaşan tanımlamalar kullanarak dile getiriyor: "Sempatizan", "normal taraftar", "vefalı taraftar", "sıkı taraftar", "koyu taraftar", "fanatik" ve "ölümüne taraftar" gibi. Bu kategorilerin FB, GS ve BJK'liler arasındaki dağılımı üç aşağı - beş yukarı aynı. En geniş kesim, yüzde 40 - 42 oranıyla kendini "normal taraftar" diye tanımlayanlar.. Yüzde 15 - 17'si "koyu taraftar", yüzde 19 - 20'si de "fanatik" olduğunu söylüyor. "Ölümüne taraftar" olduğunu dile getirenler ise Allah'tan yüzde 2 - 3'ü geçmiyor.
- Tribünün "gelir" ve "kültür" düzeyi de araştırıldı mı?..
- Tribün, ağırlıklı olarak "orta" ve "orta-alt" gelir düzeyini biraraya getiriyor. Öğrenim durumu açısından da bir ipucu vereyim: GS'lilerin yüzde 12'si, FB'lilerin yüzde 11'i, BJK'lilerin yüzde 8.9'u, Trabzonluların ise yüzde 4'ü "yüksek okul" mezunu... Araştırmaya katılanların yüzde 15'i gazete okumadığını, yüzde 59.4'ü de hiç bir dergiyi okumadığını söylüyor...


Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, Susurluk skandalının hemen ardından, "Emniyet, MİT ve jandarma bünyesinde mafyayla birlikte çalışan unsurlar bulunduğunu" söylemiş; "çete"nin adresini göstermişti.
Avcı, önceki gece TV'de "32. Gün"e konuk oldu ve adli makamlarca yeterince araştırılmadığına inandığı iddialarını, bu defa "doğrudan" kamuoyu önünde (tam bir "iç dökme" üslubu içinde) aktardı.
Herkesin bildiği ama söylemeye yanaşmadığı şeyleri anlattığını, böylece "bir istihbaratçı olarak" istihbaratın temel kuralını ihlal ettiğini söylüyordu. Bunu niçin yaptığını şöyle anlattı:
- Dürüst olmak mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Amacım şuydu: Dile getirdiğim konular araştırılsın, bana da sorulsun. Ama mesela jandarma teşkilatı, mesela MİT, açıklamalarımla kendi teşkilatlarını hedef aldığımı düşündü. Halbuki öyle değil. Keşke, "Bu adamın söyledikleri doğru olabilir mi acaba?" diye yaklaşsaydılar. Suçlamalarımın teşkilatlarla ilgisi yok. Bu insanların yüzde 95'iyle birlikte görev yapmışız. Ama bu kurumlar içinde bazı kişilerin ciddi olarak araştırılması gerek. Belgelerle de doğrulanacak çok ciddi tereddütlerim var. Aslında bunların TV'de değil, devletin tahkikatla görevli mercileri önünde anlatılması lazım. Benim de yapmam gereken buydu. Fakat bu yol tıkalı. Kime aktarabilirim, kime şikayet edebilirim?..
Avcı, şaibeli konular üzerine bu açıklıkta konuşan belki de ilk devlet memuru. Hukuk dışına çıkılarak çetelerin, mafya tetikçilerinin "devlet işlerinde" kullanılmasını nasıl değerlendirdiği sorulduğunda da tereddütsüz yanıtlıyor:
- Bu yöntemlerin hiçbir işe yaramayacağı, daha büyük bir kaos yaratacağı inancındayım. Bu işin yaygın olarak yapıldığına inanmıyorum, ama bir tek olay dahi dünyayı ayağa kaldırmak için yeterlidir.
Arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu, aynı konu üzerine dün CHP milletvekili Sabri Ergül'le sohbet ediyordu. Dedi ki Ergül:
- Hanefi Avcı'nın çok doğru ifade ettiği bir sürü şey var. Savcıların kahraman olmasını bekleyemeyiz. Arkalarına kamuoyu ve Meclis desteğini koymamız lazım. Avcı da bunu söylemek istiyor, kamuoyu oluşturuyor. Bakınız, Susurluk Komisyonu bir "araştırma" komisyonuydu. Yasal olarak yetkisi sınırlıydı. "Devlet sırrı" gerekçesiyle hiç kimse bilgi vermeyebilirdi oraya. Ama kamuoyu zorlayınca en gizli belgeler bile komisyona ulaştı. Kendi teşkilatı da bu işlere karışmış olabilir, ama Hanefi Avcı'yı desteklemek gerekiyor. Kamuoyu ağırlığını koyarsa yargının bugünkü mevzuatla bile bu işlerin üzerine gidebileceğini söylüyor çünkü...

Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr