Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Melih Aşık

Bir yanıyla bizi de ilgilendiren; eloğlu adına gurur, bizim adımıza hüzün içeren bu öykü geçenlerde Daily Mail gazetesinde yer aldı... Birinci Dünya Savaşı günlerine uzanan bir öykü...
O yıllarda Avustralya'nın "Germanton" kasabası halkını bir sıkıntıdır almış... Savaş ilerledikçe Almanlara yönelik öfke artıyor... Kasabanın Almanları çağrıştıran "Germanton" adı da buna paralel olarak lanetli bir ses veriyormuş. Nihayet halk kasabanın adını değiştirmeye karar vermiş. Yerine nasıl bir ad koyacaklar? İşte o zaman ortaya "Holbrook" adı atılmış. Kim bu Holbrook... Germanton'da doğmuş, İngiliz donanmasında görev almış ve Çanakkale'de büyük kahramanlık göstermiş bir denizaltı kaptanı. Halk fazla tartışmadan bu adı kabullenmiş; kasabanın adını bir gecede "Holbrook" olarak değiştirmişler.
Holbrook'un nasıl kahraman olduğuna gelince...
Kaptanı olduğu B 11 tipi bir minik denizaltıyla Çanakkale'ye girmiş, döktüğü mayınlarla bizim "Mesudiye" zırhlısını batırmış. O arada yol gösterme cihazları bozulduğu için, kendi döktüğü mayınların arasından körlemeden geçerek geri dönmüş. İngiliz Donanmasının üslendiği Limni'de büyük tezahüratlı karşılanmış...
Germanton kasabasına adını veren Holbrook'un öyküsü kısaca böyle... Peki sonra ne olmuş? Bu mesele bugün neden tekrar gündeme gelmiş? Diye sorarsanız...
Efendim kasabanın belediye meclisi geçenlerde bir karar almış... Avustralya donanmasının hizmet dışına çıkardığı küçük bir denizaltıyı 500 bin dolara satın almayı ve denizden 300 mil uzaktaki bu kasabanın merkezine bir anıt gibi yerleştirerek Kaptan Holbrook'un anısını biraz daha canlandırmayı kararlaştırmış. Bu anıt denizaltının açılışı Temmuz'da yapılacakmış.
Onlar ermiş muradına... Peki biz hangi kerevete çıkacağız?
Geçenlerde Çanakkale'de İngilizlerin B 11'inden çok daha büyük bir destan yazan "Nusret" mayın gemisinin akıbetinden söz etmiştik... Önce yük gemisine dönüştürülmüş sonra Mersin limanında batmış, gitmiş. Nusret'in Çanakkale'de destan yazan kaptanını ise ne anan vardır, ne hatırlayan... Geçmişteki kahramanlarını unutan uluslar yeni kahramanlar yetiştirebilir mi?

Geçenlerde ikinci baskısı yapılan "Etkili İnsanların Alışkanlığı" adlı kitapta Joseph Addison adlı yazarın şu satırları dikkatimizi çekti. Okuyalım:
"Yüce insanların mezarlarına baktığım zaman, içimdeki her türlü kıskançlık duygusu ölüyor. Güzel insanların mezar taşlarını okuduğumda, her türlü aşırı istek sönüyor. Bir mezar taşında anne ve babanın ıstırabını okuduğumda, merhametten içim eziliyor. Aynı anne ile babanın mezar taşlarına rastladığımda, kısa bir süre sonra izleyeceğimiz kişiler için yas tutmanın yararsızlığını düşünüyorum. Kralların, kendilerini tahttan indirenlerle birlikte yattığını gördüğümde, yan yana gömülmüş, birbirinin rakibi dehaları ya da yarışmaları ve tartışmalarıyla dünyayı bölen kutsal adamları düşündüğümde, insan türünün küçük rekabetleri, bölücülükleri ve tartışmaları bende hem hüzün ve hem de hayret uyandırıyor. Kimi dün, kimi de altı yüz yıl önce ölmüş insanların mezar taşlarını okuduğumda, hepimizin çağdaş sayılacağı ve hep birlikte ortaya çıkacağımız o büyük Gün'ü düşünüyorum."

Siyasi gazeteci Mehmet Barlas, TV'de Tansu Çiller'e akıl veriyor:
- Adnan Menderes'in her mahallede bir milyoner yaratmak gibi bir ideali vardı. Siz niye bunca iş yapmanıza rağmen yaptıklarınızın satışını özlü sloganlarla yapmıyorsunuz.
Tansu Çiller'
den yanıt:
- Ohoo... Biz her mahallede bir değil, birçok trilyoner yaratacağız..
Ve bu diyalogun çağrıştırdığı bir fıkra...
20 yıllığına uzay seyahatine gönderilecek astronota 20 trilyon lira ödül verilecekmiş. Bizim Temel gazetede ilanı görünce derhal NASA uzay merkeziyle temasa geçmiş. Amerikalılar Temel'in başvurusunu sevinçle karşılamışlar. Bizimki uzay aracının içine yerleştirilip uzaya fırlatılmış.
Aradan 20 yıl geçmiş. Temel uzaydan dönmüş. Uzay kabini Trabzon'un bir köyüne inmiş. Temel bir postaneye koşarak Nasa'ya ödemeli telefon açmış. Geldiğini bildirmiş. 20 trilyonluk ödülünü nasıl göndereceklerini sormuş:
- 4 trilyon lirayı postayla göndereceğiz, demiş NASA yetkilisi...
- Nasıl olur 20 trilyon lira ödeyecektiniz?
- Tabii ama telefon ücreti 16 trilyon tuttu, demiş Nasa yetkilisi, bu enflasyona para mı dayanıyor...
O misal... Yakında Türkiye'de her mahallede birkaç trilyoner mutlaka bulunacak... Çünkü ıspanağın bile kilosu kimbilir kaç milyar lira olacak?

Rüyamda Kanuni Sultan Süleyman'la tavla oynuyorum. Padişah 5 artı 3 atıp kapı aldığı sırada, Saray'ın dalkavuğu geliyor yanımıza. "Hünkarım" diyor, "Başlarını Yeniköy Beylerbeyi Yalım Bey'in çektiği bazı Yeniçeriler size karşı ayaklanma hazırlığı yapıyorlarmış... İsterseniz şunlara bir höt çekin..."
Kanuni oralı olmuyor. "Hadi oğlum kemik" diyerek oyuna devam ediyor. İki mars bir tersle dersimi alıyorum...
Tavladan sonra Padişah'la beraber Hasbahçe'ye gidiyoruz. İmparatorluğun pek çok ileri gelen şahsiyeti orada. Yiyip içip göbek atıyorlar... Kalabalığın içinde gezinirken Baltacı Mehmet Paşa'ya rastlıyorum. "Yahu Sayın Baltacı" diyorum. "Çarice Katerina'yla yatağa girecem diye koskoca Rusya'dan vazgeçilir miydi yani..."
Bu arada Kanuni Süleyman'ın Semra Hanım'la çiftetelli oynadığını görüyorum. Udi Selim Bey ile Zurnacı Engin Bey'in kıvrak havaları eşliğinde tüm kurtlarını ortaya döküyorlar. Barlas Bey'in elindeki tepsiden bir kadeh şarap alıp çiftetelliyi zevkle izliyorum...
Çok geçmeden bahçenin arka taraflarından birtakım çığlık sesleri gelmeye başlıyor. Üstü başı yırtık sarışın bir cariye Padişah'a doğru koşup, "Kurtar beni Sultanım" diye bağırıyor. "Baltacı Mehmet Paşa'nın gücü yine ayağa kalktı. Az daha bekaretimi kaybediyordum..."
YORUMU: Tarih dersiyle sorununuz olduğu anlaşılıyor. Fazla yüklenmeyin, kafayı bozarsınız...

Yazara Emailasik@milliyet.com.tr