Melih Aşık
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü görevinin yanısıra, 13 yıldır İstanbul 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nda da görev yapan Dr.
Alpay Pasinli, RP'lilerin "Taksim'e cami" projesinin gündeme geldiği ilk günlerden bu yana
"topun ağızında" idi...
Çünkü...
Pasinli, "cami" adı altında Taksim'e "siyasal abide" dikmeye kararlı RP yönetiminin bu amaçla bir Osmanlı yapıtı olan su sarnıcını yıkmasına karşı çıkıyordu... Aynı Prof.
Semavi Eyice gibi...
Nihayet geçenlerde.. 1 No'lu Koruma Kurulu Başkanlığı seçiminde Saray Muhallebicisi'nin eski kasiyeri (RP'nin Bakırköy Belediye Başkan adayı)
Kadir Topbaş'ın lehine oy kullanması istenince.. ve buna karşı çıkınca...
Pasinli de
Eyice gibi RP'nin en "kahraman" bakanı tarafından kapı önüne kondu. Arkeoloji Müzesi ve Koruma Kurulu'ndaki görevlerinden alınıp.. Kızağa çekildi...
İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni 17 Avrupa ülkesindeki 36 müze arasında
"Örnek Müze" Ödülü'ne ulaştıran Dr.
Alpay Pasinli 'ye yapılan bu muameleyi, İ. Ü. Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinde görevli öğretim üyeleri Prof
Haluk Abbasoğlu, Prof.
Güven Arçebil, Prof.
Mehmet Özdoğan, Prof.
Ufuk Esin, Prof.
Ali Dinçel, Doç.
Nur Balkan Atlı, Doç.
Elif Tulunay Doç.
Sait Başaran başta olmak üzere birçok öğretim üyesi protesto ederek şöyle dediler:
"Bu denli başarılı bir müdürün... politik amaçlı olduğu izlenimini verecek şekilde görevden alınması, herşeyden öte bu kurumun gerek etkinliğini gerekse de saygınlığını yitirmesine yol açacaktır..."
Ne var ki
Alpay Pasinli gibi bir değerden yararlanmak
İsmail Kahraman'ı pek ilgilendirmiyor. Damadı ve diğer yakınlarına Magic adlı firma kurdurup usülsüz bir ihaleyle İstanbul Belediye otobüslerinin reklam işini üstlenen
İsmail Kahraman'ın yılda 4 trilyon lira para kazandığı söyleniyor. Bakan'ı galiba böyle değerler daha çok ilgilendiriyor.
YTarih ve Toplum Dergisinde 1933 yılından başlayarak Türkiye'ye göç eden Alman bilim adamlarının hüzünlü öyküsünü okuyorduk. Bir bölüm çok ilgimizi çekti. Alman bilim adamlarına o zaman Türkçe'yi beş yıl içinde öğrenmeleri ve Türkçe ders kitabı yazmaları şart koşulmuş. Nereden geldiyse... Aklımıza bir - iki yıllık Japonya serüveni hariç 8 yıldır Türkiye'de yaşayan İngiliz antrenör
Gordon Milne geldi. Geçenlerde baktık yine tercüman aracılığıyla konuşuyordu. Acaba öğrenmekte bir zorluğu mu var? O zaman futbol hocalığını nasıl öğrendi? Türkçe'yi küçümsediği için mi öğrenmiyor? O zaman ayıp... Acaba ağzından çıkacak her sözcük konusunda çok mu titiz? O zaman biraz haklı... Ne olursa olsun... Beşiktaş kulübü
Milne'i alacaksa, Türkçe'yi öğrenmesini şart koşmalıdır. Çünkü artık ayıp oluyor. Ve bize de dert oluyor!
Değerli okurumuz
Fuat Ökmen anlatıyor:
"Dün sinemaya gitmek için Akmerkez'e uğramıştım. Gişede, önümde 60 - 65 yaşlarında muhterem bir zat vardı. Bilet satan kişiye "Erbakan'la Çiller'in hayatını gösteren bir film oynuyormuş, onun için iki bilet rica ediyorum", dedi. Bilet satan genç "Sinemalarımızda böyle bir film oynamıyor" cevabını verdi. O zaman adam dönerek panolardaki filmin adını gösterdi:
- Amma oynamıyor bu ne? ...
İşaret ettiği yerde
"Yalancı Yalancı" adlı filmin afişi vardı.
Bir ülkede iktidardakilerin koro halinde "yalancı" ve "hırsız" diye anıldığı bir başka ülke var mıdır?
Şevket Süreyya Aydemir'in "Tek Adam"ında çok güzel bir deyim yer alır:
"Halk susarsa, homurdanıyor demektir"
Bağdat Caddesinden
Nejat Bey bu hatırlatmayı yaptıktan sonra diyor ki:
"Halk artık susmuyor hatta `Harbiye marşı'nı söylemeye başladı. Tabii anlayana..."
Geçen Nisan ayının 16'sı akşamı TV haberlerinde örnek bir vatandaşın örnek davranışından söz ediliyordu: Ankara'da bir taksi şoförü, seyir halindeyken bir kazaya tanık olmuş; hemen aracından inip kaza geçiren aracın yardımına koşmuş, bu araçta yaralı yatan bir generali, eşini ve çocuklarını arabasına alıp hastaneye götürmüştü.
Bu kadar mı? Hayır...
Bu altın yürekli şoför, general ve ailesinin hastane masraflarını o ana dek biriken
"hasılat" tan ödemiş, generalin eşi için gerekli kanı da vermişti. Tüm çabalara rağmen generalin eşi kurtarılamayınca, hastaneden kahrolarak ayrılmış; eve gidip eşinden kolundaki tek bileziği çıkarmasını istemiş, onu bozdurup taksi sahibine
"günün hasılatı" diyerek teslim etmişti... Fedakarlık akıl alır gibi değildi...
TV kanalları ve ertesi günün basını,
"Evliya gibi şoför" diye tanıttıkları bu fedakar vatandaşın Ankara Ticari Araç Sahipleri ve Şoförleri Yardımlaşma Vakfı'nca (ATAŞ) ödüllendirildiğini de ayrıca bildiriyorlardı.
Derken... İki gün önce Anadolu Ajansı "Evliya şoför" olayının "ikinci perdesi"ni geçti. Bu habere göre... Evliya şoför olayı baştan sona düzmece bir senaryo, açık bir sahtekarlıktı... Durum tesadüfen aydınlanmıştı... Nasıl mı?
Ankara Umum Otomobilciler ve Şoförler Odası da "yardımsever" şoförünün davranışından herkes gibi çok etkilenmiş;
"Bir ödül de biz verelim!" diyerek kendisiyle bağlantı kurmaya çalışmıştı. Ancak görüldü ki, ortada böyle bir şoför yoktu. Şoförler Odası, trafik yetkililerine, Cumhuriyet Savcılığına ve Genelkurmay'a birer yazı yazdı. Kazayla ilgili bilgi istedi. Gelen bilgilerden anlaşıldı ki, o gün öyle bir kaza olmamış, herhangi bir general yaralanmamıştı.
Peki bu senaryonun amacı neydi?
Ankara Otomobilciler ve Şoförler Odası yöneticisi
Güray Kaya bu soruya yanıt olarak diyor ki:
- ATAŞ Vakfı yönetimi, devlet katında ismini ve "etkinliklerini"
duyurup, kurmaya hazırlandıkları "Taksi Sahipleri Derneği"
ne destek sağlamak amacıyla bu senaryoyu yazdı. Çok güzel de oynadılar. Biz bile yedik! Sadece biz mi?.. "Kahraman şoför"
için düzenlenen törenden hemen sonra Tansu Çiller
de kendilerini kabul etti ve takdirlerini bildirdi...
Vay canına...
Yazara Emailm.asik@milliyet.com.tr