Melih AŞIK
Bu yıl 30 Ağustos törenlerinin en büyük esprisi "havada ikmal"di...
Necmettin Erbakan'ın katıldığı törenler sırasında tanker uçakları diğer uçaklara havada ikmal yaptılar. Malumunuz
Necmettin Erbakan havada ikmal için koltuktan kalkmış,
Tansu oturana kadar koltuk ikisinin de altından kaymıştı. Törende gazetecilerin yanında oturan bir hava subayı bu konuda bilgi verirken dedi ki:
- Havada ikmalin temel şartı hortumu yuvaya zamanında dayamaktır. Eğer pilotun bu konuda becerisi yoksa ikmal gerçekleşmez. Tehlike başlar...
Havada ikmal gösterisini
Erbakan'ın da çok dikkatle izlediği görüldü...
Uğur Dündar pazar günü Hürriyet'teki yazısında aydınlık bir haber veriyor; TV dünyasının ve kamuoyunun bütün varlığıyla desteklemesi gereken bir kampanyayı duyuruyor... Reyting yarışmasının TV haberlerini olumsuz etkilediğini, çığırtkanlığın dozunun arttığını, ekranlarda kan gövdeyi götürdüğünü anlattıktan sonra diyor ki:
"Biz Kanal D Haber Merkezi olarak, artık bu gidişe dur demenin gerekli olduğuna inanıyoruz. Kanal D Haber Merkezi önümüzdeki günlerde, kamuoyuna çok önemli bir duyuruda bulunacak. Bir deklarasyonla, diğer televizyon haber merkezlerini, ortak ilkeler etrafında birleşmeye çağıracağız..."
Bu hamleyi yürekten destekliyoruz...
Boşanma tazminatı olarak Prens
Charles'tan 10 milyon dolar almıştı. Babası Kont Spencer'dan kalan astronomik miras da cabası... Paraya ihtiyacı yoktu. Buna rağmen kendine yeni sevgili olarak bir mülti milyarderi seçmişti. Aşktan çok... Medyatik kişiliğine uygun medyatik bir seçim yaptığı söyleniyordu. Ama dertli bir seçim... Kraliyet ailesinden birinin bir katolikle evlenmesi bile hoş görülmezken o kendine Mısırlı bir müslümanı sevgili seçmişti. Yıllardır kamuoyundan topladığı sempatinin hayli yüklü bir bölümünü bu yüzden kaybedivermişti. Medya artık parlatmıyor, karartıyordu. İki medyatik sevgili, bu aşkın olumsuz havasından ve medyadan sürekli kaçıyorlardı. Çok hızlandılar bu yüzden. Ve medyadan ebediyen kurtuldular.
Paparazzilere gelince... Tamam... Bir fotoğraf uğruna binbir yolu deneyen... Herşeyi mübah sayan... Gözü dönmüş (!) adamlar bunlar...
Peki ama...
Bir kare fotoğrafı milyonlarca dolar ödeyerek "satın alanlar"...
Ve Külkedisi masallarıyla kendini uyutan milyonlar...
Olmasa...
O paparazziler bu "işi" yapıyor olur muydu?..
Davulcu aranıyor
Hürriyet'te Pazar günü bir ilan:
"Bir halk orkestrası için bileği kuvvetli 20 tane baba davulcu ARANIYOR!.." Verilen numarayı çevirince karşımıza Kral TV Halkla İlişkiler Müdürü Asistanı
Duygu Parmaksızoğlu çıkıyor:
- Duygu Hanım, hayırdır, ne yapacaksınız davulcuyu?..
- İstanbulspor'un kadrolu davulcusu olacaklar...
- 20 davulcu çok değil mi...
- Bizim seyircimiz az... Takımı davulcular ateşleyecek... Brezilya'daki gibi tempolu çalarak takımı hücum etmeye teşvik edecekler...
- Epey başvuru oldu mu?..
- Oluyor; ama bir yanlış anlama olmuş... İlanda "halk orkestrası için"
dediğimizden daha çok müzisyen arkadaşlar, bateristler arıyor. Bizim ihtiyaç duyduğumuz, iyi ritm tutabilecek, davula vurmasını bilen ve bir buçuk saat hiç durmadan çalabilecek insanlar... Onlardan telefon bekliyoruz...
Arnavutköy'den
Tuncel:
...Metin Toker'in pazar günkü yazısını okurken uyuyakalmışım. Rüyamda ünlü bir köşe yazarıyım. Herhangi bir siyasi görüşüm olmadığı için kafam rahat... Etliye sütlüye karışmadan; kokteyl, defile, konser herşeye dereotu olup sütunu dolduruyorum...
O gün günlerden pazar... Tatil günüm... Sabah erkenden balıkçı haline gidip balıklara bakıyorum. Tezgahlardan birine yanaşıp,
"Palamutlar kaça usta?" diyerek piyasa araştırmasına başlıyorum... Balıkçı beni hemen tanıyor...
"Önemli değil Tuncel Abi!" diyor,
"beğendiğini al. Bizim hediyemiz olsun..."
İtiraz ediyor;
"Olmaz patron... Bizim paraya pula ihtiyacımız yok. Ücreti neyse veririz!" diyorum.
Adam oldukça inatçı,
"Kat'iyen beyim.." diyor,
"sizden para almak ne haddimize. O güzel yazılarınızın birinde bu mekandan bahsedin, yeter..."
Balıkçının elini sıkıyorum. Altı adet palamutu çantama yerleştirip Osmanbey'e doğru yola çıkıyorum...
İkinci durağım bir ayakkabıcı dükkanı... İtalyan Pollini marka güzel bir ayakkabı almaya niyetleniyorum... Vitrindeki mamullere bakarken dükkanın sahibi de beni tanıyor:
"Ooo Tuncel bey, hoşgelmişsiniz, şeref vermişsiniz..." diyor,
"Buyur abi, istediğini seç... Tüm ayakkabılar şirketten..."
Böbürleniyorum. İçimden,
"Ulan köşe yazarı olmak amma karlı iş ha!" dedikten sonra kendime güzel bir ayakkabı seçiyorum. Dükkan sahibi paketi hazırlarken,
"Merak etme koçum, bu nezaketini köşemde mutlaka belirteceğim" diyorum. Ayakkabıcıdan çıkıyorum. Karnım acıkıyor. Gördüğüm ilk simitçiden iki adet simit alıyor, ücretini vermeye teşebbüs ediyorum. Ama simitçi çocuk çok kalender:
"Kat'iyen olmaz abi.." diyor, "size ikramda bulunmanın onuru iki simit parasıyla ölçülür mü?" Gördüğüm itibar gözlerimi yaşartıyor. Simitleri götürürken tesadüfen yanımdan geçmekte olan bir entel,
"Ulan gene malı götürdün!" der gibi pis pis bakıyor. Ben de ona kinli ve pis bakarak;
"Biz iki simite satılacak adam mıyız?" diyorum içimden... Ama gel de anlat.
YORUMU: Enteller her zaman kıskançtır
Tuncel. Aldırma. Yalnız bir tavsiyem var; hedefi büyüt. Sen bir simite satılacak adam mısın hak'katen?.. Büyük satıl. Başkalarının götürdüğü villaların hatırına kalem oynatacağına kendi villan için çalış. Senin de olsun...
Büyüyünce "doktor" olmak isteyenler büyüyünce "hasta" oluyorlar artık bu ülkede..
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr