Melih Aşık
Yer: İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi... Şube Başkanı'nın odasında bir masa... Masanın bir tarafında İHD Diyarbakır Şube Başkanı, öteki tarafında Demokrat Türkiye Partisi'nin çiçeği burnunda Başkan Yardımcısı ve eski İstanbul Emniyet Müdürü
Necdet Menzir!
Menzir, Genel Başkanı
Hüsamettin Cindoruk'la birlikte, partisinin İl binasının açılış töreni için geldiği Diyarbakır'da İnsan Hakları Derneği'ni ziyaret ediyor... Şube Başkanı'ndan bölgedeki insan hakkı ihlallerine ilişkin bilgi alıyor.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü sırasında yargısız infazlarla ve gözaltında kaybolan insanları arayıp bulmamakla suçlanan
Necdet Menzir bu defa insan hakları konusunda hassas bir politikacı konumunda... Ekrandaki görüntü
Menzir'in görev yaptığı dönemde CHP'li İnsan Hakları Bakanı
Algan Hacaloğlu'yla giriştiği söz düellosunu anımsatıyor. Arkadaşımız
Fahrettin Fidan, Menzir'in insan hakları konusunda aldığı bu yeni tavır üzerine
Algan Hacaloğlu'na düşüncesini soruyor. Aldığı yanıt:
- Sayın Menzir'le polemiğe girmek istemiyorum. Ama şunları da söylemeden geçemeyeceğim. İnsanlar, geçmişleri ne olursa olsun, siyaset yapmak istiyorlarsa, demokrasiye, insan haklarına duyarlı olmalıdırlar. Çünkü başka türlü, demokrasi içinde siyaset yapma olanağı yoktur.
Ancak siyasete soyunmuş bir kişi yalnız görüntüyle, yalnız söylemle yetinemez, yetinmemelidir. Bu konuda yapması gereken çok şey vardır. İstanbul'da Emniyet Müdürlüğü yaptığı döneme ilişkin, haydi işkence demeyeyim ama çok önemli Adli Tıp raporları vardır. Yine İstanbul'da tam 7 tane kimsesizler mezarlığı var. Bunlarla ilgili araştırma önergesi nedense Meclis'e bir türlü gelmiyor. Sayın Menzir, insan hakları konusunda son zamanlarda dikkat çeker hale gelen duyarlılığını sanırım bu konularda da gösterir."
Değerli okurumuz İETT işçisi
Süleyman Bilgin, siyasetçiler ve köşe yazarlarının ıskaladığı bir konuyu dile getiriyor kısa notunda... Diyor ki:
"Emniyet Genel Müdür Vekili Kemal Çelik imzasıyla Meclis'e gönderilen belgede, telefonların dinlenmesi sonucu, yüzlerce uyuşturucu olayının ve suikast olayının önlendiğini,sanıklarının yakalandığını öğrenmiş oldum. Peki ama ; devlet bankalarını soyanlara, devlet ihalelerinde yapılan usülsüzlüklere bu dinlenen telefonlarda hiç mi rastlanmadı?
Engin Civan, Halil Bezmen, Selim Edes gibi isimler hiç mi dinlenmedi? "
Süleyman Bilgin'in sorusu gayet yerinde...
Sorumluluk sahibi aydın yurttaş, bulunduğu konuma bakmaksızın, her durumda gerçekleri cesurca dile getiren insandır. Uşak Cumhuriyet Savcısı
Rahmi Özel kuşkusuz böyle bir yurttaştır. Bir hukukçu olarak bildiğini ve gördüğünü söylemenin yurttaşlık görevi olduğuna inanan
Rahmi Özel, gönderdiği mektupta güncel bir yarayı ele alıyor, bakınız ne diyor:
"Anayasamızın 2'inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliği `demokratik', `laik' ve `sosyal' bir hukuk devleti olarak tanımlamaktadır.
Şeriata dayalı hukuk sistemini savunanlara göre ise Kur'an şeriatın anayasasıdır... Ve Kur'an göre de; Allah, günahkar kullarının "adam öldürme" ve "hırsızlık" dışındaki bütün günah ve suçlarını affedebilir...
Şimdi ilginçtir.. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı hazırladığı fezleke ile hırsızlığın ve adam öldürmenin daha gaddar ve iğrenç biçimini işleyenlerin yargılanması için yasal prosedürün işlemesini istemekte, ama bu istem Başbakanlıkta keyfi olarak üç aydır bekletilmektedir. Bu fiili durum Anayasaya (83/2) ve içtüzük hükümlerine de aykırı olduğu gibi Türk Ceza Kanunu'nun 146/1 maddesinde yazılı "anayasayı ihlal" suçunu, en azından Türk Ceza Kanunu'nun 240'ıncı maddesinde yazılı "görevi kötüye kullanma" suçunu oluşturmaktadır. Yapılan eylem, pozitif hukuk düzenine de, İslam hukukunun temel yasası Kur'an'a da aykırıdır.
Başbakanlık Müsteşarı'nın "Fezlekeyi inceliyorum" demesi, yargı bağımsızlığının resmen ve fiilen işlemez duruma getirildiğinin kanıtıdır.
Müsteşarın, "Ben iki saatte idam kararı verdim!" demesi ise, hukuk devleti dışı ilkel hukuk ve devlet yönetiminin samimi ikrarıdır. Bu zihniyet, hukuku ve yüce yaratık insanı pire yerine koymak demektir. Çağdaş hukuk devletine en büyük hakaret olduğu gibi, çağdaş hukukçulara da hakarettir.
Dindar değil, dinci olmanın da kanıtıdır.
21'inci asıra girerken Atatürk Türkiye'si, demokratik ve çağdaş hukuk yöntemiyle bu zihniyeti yürürlükten kaldırmak zorundadır.