Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih Aşık


Şaibe Bacı'nın dünkü konuşmasında en çok ağzına aldığı laf yine "demokrasi" ve "milli irade" idi... Koltuk altından gidince demokrasi Bacı'ya lazım oldu. Koltuktayken unutmuştu. Mesela TOFAŞ, TEDAŞ ve kendi malvarlığının soruşturulması sırasında "Demokrasi açıklık rejimidir, madem üzerimde şaibe var Yüce Divan'da hesabını veriririm" demiyordu. Demokrasiyi yeni hatırladı...!
Gelelim dünkü görüşmelere ve yankılarına...
Deniz Baykal'ın görüşleri bizce makul ve mantıklı..
Mesut Yılmaz'ın bu kadar zayıf destekle icraat yapması olanaklı olmadığına göre.. Ve amaç seçim olacağına göre.. Seçim önümüzdeki Nisan gibi bir tarihte yapılırsa seçmen o tarihe kadar Refahyol'un kötülüklerini unutur. Üstelik araya Mesut Yılmaz Hükümetinin başarısızlıkları da girer. O yüzden seçimin bu yıl sonunda yapılması mantıklıdır.
Mesut Bey neden önümüzdeki Nisan tarihinde ısrar ediyor.
Belli ki Anayasa Mahkemesinin RP ile ilgili kapatma davasını karara bağlaması için arada zaman bırakmak istiyor. Peki CHP bunu düşünmüyor mu?
Bir akil CHP'li dostumuz bu soruya cevaben diyor ki:
- Anayasa Mahkemesindeki kapatma davası sonuca bağlanmadan yapılacak bir seçimde seçmen, hakkında kapatma davası bulunan RP'ye oy vermekten kaçınacaktır. O yüzden davanın sonuca bağlanmasını beklemek zorunlu değildir. Ya Anayasa Mahkemesı RP'yi kapatmazsa? İşte o zaman RP patlama yapabilir.
Bu muhakeme bize de mantıklı geldi.


Bacı meydan okuyor: "Gerekirse şehitler veririz" diyor.
Nedense... Bu meydan okuma Albay Erenoğlu'na Gürcü Hoca'nın duasını anımsatmış. Gürcü Hoca duasını şöyle bitirirmiş:
" Bafra ile Samsun arasında tütün hırkızlığında şehit düşen Gürcü din kardeşlerimizin ruhuna fatiha..."


Yavuz Donat arkadaşımız toplam üç kitaplık bir dizinin ikinci kitabını da hazırlayıp piyasaya çıkardı. Birinci kitap "Özalizmin son yılları" idi... ikincisi: "Sürgünden Çankaya'ya"... Önce ilk kitaptan bir alıntı.
***
"Son döneminde" Özal çok değişmişti.
Bu değişimi Özal'ın Başbakanı Yıldırım Akbulut kitapta (sayfa 262) şöyle anlatıyor:
- Dünyada en büyük Amerikan Başkanı George Bush mu? Turgut Bey diyor ki "Bush bile bana danışıyor." Kendisinden üstün olarak sadece Bush'u kabul ediyor. Gorbaçov... İngiliz Başbakanı... Diğerleri... Hiçbirini beğenmiyor. Kendisini dünyada ikinci adam olarak görüyor. O havaya girdi.
***
İkinci kitaptan - güne uygun - bir alıntı...
Sayfa 238'den.
...Bir gün Demirel'le "kendisini eleştirenleri... Üzerine gelenleri... Gelecek olanlara" konuşuyoruz.
Demirel o tarihte Başbakan.
Bana soruyor:
- Sen zencilerin savaşını bilir misin?
- Hayır.
Demirel:
- Usta zenci mızrağı sıkıca tutar. Rakipleri koşarak gelirler. Her gelen mızrağa takılır. Yan yana, yan yana. Bir de bakarsın zenciler, usta zencinin mızrağına kuşbaşı et gibi dizilivermişler. Şişkebap gibi. Ben mızrağı sıkıca tutuyorum. Kim gelecekse gelsin bakalım.


Bir yakınımız 12 Haziran günü fenalaştı. Kalpten fırlayan iki pıhtının biri sağ kolunu tıkamış. Diğeri beyni... Çağırılan ambulans, Cerrahpaşa Hastanesi'ne götürmesi istendiği halde nedense yakınımızı Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi'ne götürüp bırakmış.
Hasta yoğun bakıma alındı. İkinci gün kolundaki damar açılarak içindeki pıhtı alındı. Doğal olarak beyine müdahele edilemedi. Bu yüzden kendine gelemedi. Ve üç gün sonra öldü...
Hastamızın yattığı sürede doktorların bir ilgisizliğine rastlamadık. Sorulan sorulara ayrıntılı ve nazik yanıtlar verdiler. Sonuç da galiba olağandı. Hasta hastaneye geldiği sırada zaten komadaydı. Yapacak fazla birşey kalmamıştı.
Fatura çıkarıldı..
Üç günlük yoğun bakım gideri ile koldaki damara yapılan operasyonun masrafı toplam olarak ne kadar tuttu dersiniz?..
Tam 550 milyon lira...
Hayattan ayrılan hanımın üç oğlu da basın işçisiydi. Ancak hepsi çoluk çocuk bakıyordu. Üçünün birden bu kadar birikmiş parası yoktu.
Oğullardan biri Tekirdağ yakınında borç harç bir yazlık ev yaptırmıştı. Şu anda yaklaşık 1.5 milyar lira ediyordu.
O evi satmaya kalkıştı.
Neyse ki diğer akrabalar devreye girdi. Bulundu buluşturuldu; para ödendi. Yazlığın satılmasına gerek kalmadı.
Düşündük de...
Hasta yoğun bakımda 10 - 15 gün de kalabilirdi. Fatura 1,5 - 2 milyar lira olarak gelebilirdi. O zaman ne olacaktı?
İstanbul'da yaşayan nüfusun en az yüzde 80'i, böyle faturalar ödeyecek durumda değildir. Oysa her an, herkes bir trafik kazasında olsun, bir ev kazasında olsun yoğun bakımlık olabilir. O zaman ne olacak?..
Soruyu "Ne olacak?" değil "Ne oluyor?" diye sormalı aslında.
Çünkü mutlaka bu tür kazalar oluyor ve özel hastanelere düşen hastaların yakınları, bu ani ve acı sürprizin bedelini çoğunlukla varını yoğunu satarak ödüyor. Birkaç günlük yoğun bakım veya bir küçük ameliyat hasta sahibine bir otomobili veya evi sattırıyor. Ancak bu insanlar seslerini duyuramadığı için yaşadıkları dramdan kimsenin haberi olmuyor.
Sağlık sorunu... Vatandaşın üç kuruşluk tasarrufu üzerinde ne zaman aşağı düşeceği belli olmayan bir giyotin bıçağı gibi duruyor. Ne var ki siyasetçilerin özel koltuk sorunu gündemi sürekli kapladığından bu konular bir türlü gündeme gelmiyor... ve sade vatandaş kelleyi okka altından bir türlü kurtaramıyor.

Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr