Bu kalp seni unutur mu, şarkısı eşliğinde unutulmazlığa yolculanan Fikret Kızılok için karikatürist Necdet Şen, "Derkenar" adlı sitede duygular sıralamış... Arada bir hoş öykü de anlatıyor... Okuyalım:
...Fikret Kızılok günün birinde teknesine atlamış, Mikis Theodorakis'in adasına yanaşmış. Söylediğine göre, accaip zenginmiş bu Mikis (baksana, adası var, diğer yandan da komünist partisi milletvekili).
"Ben balıkçıyım, fırtına beni bu tarafa sürükledi" demiş. Mikis de onu konuk etmiş üç gün boyunca saray yavrusu evinde. Kış ya da sonbahar olmalı, şömine başında siyasi sohbetler falan, Mikis şaşıp kalıyormuş Türk balıkçısının genel kültürüne, akıcı konuşmasına. Ha babam "işçi kardeşlerim" mavrasıyla bizim "balıkçı" yı pohpohluyormuş.
Sular seller gibi Fransızca konuşan Türk balıkçısı (yani Fikret Kızılok) bir ara şöminenin yanında duran gitarı sanki merakından kurcalarmış gibi eline alıp birkaç tane de şanson patlatınca Mikis iyice apışmış kalmış, işçi sınıfına olan hayranlığı kat be kat artmış.
Ama Fikret Kızılok durur mu, üçüncü gün tartışmalar alevlenmeye başlamış ve sonunda bizim "kültürlü balıkçı" Theodorakis'e "ulan, hem komünist geçiniyorsun, hem de burada padişah hayatı sürüyorsun!" diye şarlayınca misafirlik de sona ermiş.
Kendini açık eden düşman en tehlikeli düşman değildir.
Louis Duchesne
Bush, Ecevit'in kendisine gönderdiği mektubu hevesle açmış ve okumaya başlamış. Ancak daha ilk cümlede şok olmuş.
Derhal telefona sarılarak;
- Sayın Ecevit, demiş, ne demek "Sayende ekonomik kriz unutuldu. Ortalık sütliman. Çok teşekkür ederim" söyler misin?"
Ahize, Ecevit'in elinden düşmüş ve ağzından şu sözler dökülmüş:
- Eyvah, mektuplar karıştı... Usame' ninki Bush'a, Bush'unki de Usame'ye gitmiş!"
Fenerliler Fener'in kazandığı son maçta "İtinayla aslan terbiye edilir" diye pankart açmışlardı. Sarı kırmızılı taraftarlar da galip geldikleri son maçta tribüne şu pankartı gerdiler:
"Kestane geri döndü..."
İki tarafın çekişmesi keşke bu espri düzeyinde kalsa da... Şu çirkin küfür, kavga, şiddet, dehşet sahneleri artık son bulsa... Derken futbolu yeniden centilmen sınırlar içine sokmakta görevin iki kulübün yönetcilerine ait olduğunu anımsatıyor, kendilerini göreve çağırıyoruz.
Milletvekillerimiz, tatillerini kısa kestiler, Ankara'ya döndüler, Anayasa değişikliği için harıl harıl çalışmaya başladılar. Peki neden? Kendilerine sorarsanız:
- Ülkenin daha çağdaş, daha demokratik bir Anayasa'ya ihtiyacı var da ondan.
Acaba öyle mi? Başkent Üniversitesi Hukuk Profesörü Doğan Soyaslan' a kulak veriyoruz.
"Partilerarası Uzlaşma Komisyonu'nun hazırladığı 37 maddelik Anayasa değişikliği paketinin 29. maddesiyle, Anayasa Mahkemesi'nin defalarca reddettiği kıyak emekliliği yeniden Anayasa hükmü haline getirmek istiyorlar. Üstelik de bu defa, bir gün dahi milletvekilliği yapmış kişilere bu hakkı veriyorlar. Ben de kararlıyım... Anayasa'nın, milletvekillerinin emeklilik haklarını düzenleyen 86. maddesinde bu değişiklik yapılırsa, ben yine Anayasa Mahkemesi'ne itiraz edeceğim. Bugüne kadar yaptıkları değişiklikleri nasıl iptal ettirdiysem bunu da iptal ettireceğim..."
Vekillerimizin, daha çağdaş, daha demokratik Anayasa aşkının arkasında meğerse gene para yatıyormuş. Saflığımıza doymayalım.
TÜSİAD, başlatacağı reklamlarla Türkiye’nin farklı Müslüman ülke olduğunu anlatacakmış... Tabii ki öyle:
"Orası Afganistan, burası Laf - ganistan!.."
"İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece hiçbir şey savaşları ortadan kaldırmayacaktır.
Barış gibi inandığımız bir dava uğruna ölmek, savaş gibi inanmadığımız bir şey uğruna acı çekmekten daha iyi değil midir?
Her savaş, insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülükler zincirine bir halka daha ekler, ama savaşa başkaldıran bir avuç insan genel protestonun sözcüsü olabilir. Halk yığınları asla savaş düşkünü değillerdir, yeter ki propaganda ile zehirlenmiş olmasınlar."
Albert Einstein