Maltepe'deki Yayla Sanat Merkezi'nde sahnelenen "Bir Kış Öyküsü" adlı oyunun yönetmeni Haldun Dormen ve oyuncularından bir mektup aldık. "Milliyet Gazetesi'ndeki köşenizde, Hıncal Uluç'a cevap olarak yazdığınız yazı bizleri çok üzdü" diye başlayan mektubu imzalayan değerli sanatçılar sitem ediyorlar. Haklı olabilirler. Hıncal Uluç'u muhatap alan yazıda istemeden de olsa onlarla ilgili yanlış izlenimler vermiş olabiliriz. Özür dileyerek kaydedelim ki:
1) Tiyatroların dolmasını, halkın tiyatro salonlarını doldurmasını her sağduyulu insan gibi biz de yürekten istemekteyiz.
2) Oyunun özellikle son cumartesi - pazar iyi seyirci topladığını öğrendik. Bundan da mutlu olduk.
3) Oyunu izleyenlerle konuştuk. Herkes beğeniyor ve övüyor.
4) Ancak günümüzde oyunların başarısı kapalı gişe oynamalarına yetmiyor. Genel ekonomik durum, bilet ücretleri, tiyatro mekanının kente uzaklığı gibi faktörler doluluk oranında rol oynuyor.
5) Yine de bizim tartışma noktamız oyunun başarısı veya doluluk oranı değildi. Bizim muhatabımız, tiyatroyla ilgili olumlu bir yazımızı tersyüz ederek haksızlık eden bir meslektaşımız ve onun "mucize" iddiasıydı.
Değerli sanatçılara keyfiyeti sevgi ve saygı ile arzederiz...
Eksik kalacak değillerdi ya; devlet tiyatroları da yolsuzluk sezonunu açtı sonunda!..
Cihan Demirci
Türkiye'nin AB üyeliğine uyum koşullarını içeren Ulusal Program'a kimi tedirginliklerin yansıyacağı biliniyor. Bunlardan biri "Kürtçe yayın" endişesi. Acaba gerçekten endişeye gerek var mı? Tartışmalara Hürriyet yazarı Ferai Tınç şu satırlarla boyut kazandırıyor:
"Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımıza ana dillerinde yayın ve eğitim imkanı tanınırsa, onlarda ayrılık isteği doğabilir."
Bu bence "ayıp" bir güvensizlik duygusunun imasıdır.
Sanki, haklar verilmezse insanlara kökenleri unutturulabilirmiş gibi.
Türkiye'nin meselesi, ana dili Kürtçe olan vatandaşlarıyla mı yoksa bölücülükle ve terörizmle mi?
Bölücülüğün dili olabilir mi? Olamaz. O zaman Türkçe ya da Kürtçe, yasalara aykırı bir durum ortaya çıktığında hukuk çerçevesinde müdahale eder devlet."
PTT çiçek serisi posta pulları çıkarmış.... Pulların üzerinde çeşitli çiçek desenleri var. Ancak çiçeklerin Türkçe adları yok... Bunun yerine "Crocus biflorus", "Crocuschrysanthus" "Crocus olivieri" gibi Latince isimleri yazılmış... Okurumuz, "Pullara Türkçe adlar da yazılsaydı fena mı olurdu?" diyor...
Gerçekten iyi olurdu. Biz çiçeği severiz.. Ama adlarını say deseler 10 taneden fazla çiçek adını zor sayarız... Bilgi sevgiyi arttırır oysa... Bilgisizlik hayatın renklerini azaltır.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bugün Çankaya Köşkünde Yeni Yıl nedeniyle bir Kabul Resmi veriyor. Bir mazeret dolayısıyla katılamayacağımız bu davetin davetiyesi ilginç. Gelen zarfın üzerinde isim ve soyadı var. Ama davetiye üzerinde davet edilenin adı yok. Tek tip davetiye bastırılmış. Daha önemlisi... Mazeretlerin bildirileceği bir telefon numarası verilmemiş. Davet sahibi davete kimin, neden gelmediğini merak etmez mi?
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın ünlü "Sadrazamın Kiri" adlı şiirini dün Mustafa Balbay sütununa almıştı. Her zamankinden daha güncel hale gelen şiiri okurlarımız anımsayacaktır. Sadrazam 400 kişilik erkanıyla hamama gitmiş. Keselenmeye başlamış. Sonrası şöyle:
"Tam on iki saat
On iki ünlü tellak
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu.
Öylesine kir çıktı ki sormayın
Herbiri nah parmağım gibi.
Aman efendim bu ne kir,
Demeye kalmadı
Keselerin altında eriyip gitti.
Koskoca sadrazam.
Bütün maiyet erkanı yerinden fırladı
Nittüniz devletliyi
Dediler tellaklara..
Tellaklar cevap verdi.
Biz yıkadık, keseledik
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik.
Suç bizde değil
Neyleyelim
Kir bitti,
Sadrazam elden gitti."