Melih AŞIK
İstanbul'da basın toplantısı yapmaları yasaklanan Musa Anter Barış Heyeti üyeleri kaldıkları otelde gazetecilere kendilerini tanıtmak için toplantı yaparken polis çıkagelmiş... Heyet üyelerini döverek gözaltına almış. Kafası gözü yarılmış yabancıların görüntülerini TV haberlerinde izledik.
Bu Barış Heyeti'nin bize barış getirdiğine, getireceğine falan inanmıyoruz... Ancak yine de... gördükleri muamele sonucu
"devlet gücü" adı verilen bizim güçlere oranla çok barışçı kaldıkları söylenebilir.
Polis, çok ender koşullarda da olsa, bir basın toplantısını yasaklayabilir. Aksine davrananları, bütün çareler tükendiği takdirde, gözaltına alabilir. Ancak hiçbir ülkede polis, hınç duyduğu kişileri döverek özel olarak cezalandırma yetkisine sahip değildir...
"Hiçbir ülke" derken Türkiye istisna tabii... Bizde güvenlik güçleri cumalar hariç, Batı standartlarını uygulamıyor... Adeta özerk bir kuruluş... Hükümet bile karışamıyor.
Ancak şu merak ediliyor...
Batı dünyasının geçen yüzyılda bıraktığı her türlü kanunsuzluğu bu yüzyılın sonunda hala başarıyla uygularken neden bir yandan da adamların kapısına dayanıp iki günün biri
"Bizi de AB'ye alın!" diye yakarıyoruz... Neden adamlar,
"Avrupa Birliği bir uygarlık projesidir!" deyip bizi kapıdan çevirince bozuluyoruz...
AB'ye girmek için Avrupalılardan önce, Türkiye'yi Avrupa'ya ilkel gösteren yerli güç odaklarını ikna etmemiz gerektiğini ne zaman anlayacağız?..
Gündemde yine Boğaz Köprüsü... DPT'den sonra Yüksek Planlama Kurulu'nca da onaylanan 3'üncü köprü, Ortaköy-Kuzguncuk arasında boy verecek ve üzerinde
"raylı sistem" de (tramvay hattı) bulunacakmış...
1973 ve 1988 yıllarında faaliyete geçen iki köprü, kent içi trafik yükünü (başlangıçtaki geçici rahatlamalar dışında) yine kaldıramaz hale geldi. Ve biz, geçmiş "on yıl"larda olduğu gibi "çare" olarak yine "köprü"yü konuşur olduk. Sözü bu noktada, raylı sistem ve ulaşım planlaması üzerine aktif görevler almış bir uzmana;
Berker Ertuna'ya bırakıyoruz. Diyor ki:
- Bilim çevreleri, tek çözümün Boğaz'ın yüksek kapasiteli raylı sistem ve "tüp geçit"le geçilmesi olduğu konusunda birleşiyor. Bu tezin çok haklı olduğu bilindiği için, "Bir köprü daha!" diye dayatan, "köprücüler" dediğimiz kesim, kamuoyunun kafasını karıştırmak amacıyla ilginç bir taktikle ortaya çıkıyor: "Köprü olsun; üstünde raylı sistem de olur! Siz `demiryolu tüp geçişi' istemiyor muydunuz? Biz de işte `raylı sistem' getiriyoruz!" Bu büyük bir kandırmacadır.
- Neden?
- Köprü üzerine diyelim ki bir "raylı sistem" kondu. Bunun iki yakada, içlere doğru uzayan hatları olmayınca bir işe yaramaz. İkili bir oyun oynuyorlar. Birinci olasılık: Yarın diyecekler ki; "Raylı sistemin iki yakada hangi hat üzerinde ilerleyeceği belli değil. Hem bu çok zor ve pahalı bir iş! Onun için köprü üzerine raylı sistem koyamıyoruz. Bu seferlik de böyle idare edin, raylı sistem olmayıversin!" Ya da.. böyle demeyip, çağdaş taşımacılıkta yeri kalmayan "tramvay" hatlarını köprüye bağlı olarak iki yakada kurmaya başlayacak; hiç rasyonel olmayan bu sistemi uygulayacak firmanın "malı götürmesini" sağlayacaklar.
- Siz de "tüp geçit"
uygulamasını savunuyorsunuz. Nedir avantajları?
- 10 yıl önce DPT'nin ve dönemin hükümetinin desteğiyle yapılmış saygın bir etüt vardır. Buna göre çözüm; iki yakadaki banliyö treni hatlarının rehabilite edilerek, bir saat içinde ve yalnızca bir yönde" 70 bin kişi taşıyacak kapasiteye kavuşturulmaları ve Boğaz altından "tüp geçiş" ile birleştirilmeleridir. "Köprücülerin" savunduğu "karayolu köprüsü" ise, saatte ve bir yönde ancak 10 - 20 bin kişi taşıyabilmektedir. Köprüye bağlı otobanlar etrafında oluşmuş kaçak kentlerin şehri ne hale getirdiğini.. bir saatte (ve tek yönde) 70 bin kişi mi, yoksa 10 - 15 bin kişi mi taşımak istediğinizi düşünün ve kararı siz verin!..
Tansu Çiller'in Susurluk Ayran Festivali'ne katkısı gündeme gelince, yıllar önce
Margareth Thatcher'a yakıştırılan bir tanımı anımsadık:
"Tek başına iki erkeğin işini yapar" denirdi
Thatcher için... Ve eklenirdi:
"Lorel ile Hardi'nin!.."
Resimleri ve davaları birbirine karıştırmışız istemeden... Dün
Doğan Güreş ile
Tansu Çiller'in yarımşar yüzlü fotomontajını yayınlamış; Emekli Orgeneral
Doğan Güreş'in bu resim nedeniyle açtığı 5 milyar liralık tazminat davasını mahkemenin reddettiğini yazmıştık. Meğer bir yanlış anlama sonucu davaları karıştırmışız.
Doğan Güreş'in aleyhimize açtığı 5 milyar liralık bir tazminat davası daha vardı.
Güreş'i eteklikle gösteren bir fotomontaj yayınladığımız için açılmıştı. Ankara 4'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi işte bu davayı reddetmiş... Dün yayınladığımız iki yüzlü fotomontaj nedeniyle açılan dava ise Ankara 29'uncu Asliye Hukuk Mahkemesi'nde sürüyormuş... Karışıklığı düzeltir, özür dileriz...
Tüpgeçit mi yoksa asma köprü mü derken.. ve asma köprü ile İstanbul bir kez daha yıkıma uğrama tehlikesiyle yüzyüze gelmişken... bir İdris fıkrası...
Usta birer inşaat işçisi olan, dolayısıyla iyi kazma sallayan
İdris ile
Dursun turist olarak gittikleri Newyork'da dolaşırken gazetede bir ihale ilanı görmüşler.
"Tüp geçit yaptırılacaktır!" diye başlayan ilan ilgilerini çekmiş. Derhal ABD Bayındırlık Bakanlğı'na başvurmuş; ihale için kurulan komisyon başkanının karşısına çıkmışlar. Amerikalı çok ilgilenmiş bizimkilerle. Ve merakla sormuş:
- Hangi tekniği kullanacağınızı anlatır mısınız?
İdris anlatmış:
- Pen denizun bu yakasından, İdris karşi yakasindan başliyacağuz kazmaya... Kaza kaza ortada buluşacağuz. Tüneli biraz da genişlettuk mi, oldu saa tüpgeçit...
- Peki ya ortada buluşamazsanız?..
- Tüşundüğun şeye bak... Ha, o zaman iki tüpgeçidinuz olur, daa!...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr