<#comment>#comment>Cezaevi operasyonları sürürken İçişleri Bakanı Sadettin Tantan;- Ölüm orucu yapanların çoğu sapasağlam çıktı, demiş, bu sözler Milliyet gazetesinin manşetine "Sahte oruç" şeklinde taşınmıştı.
Cezaevi operasyonları bitti... 1000 dolayında tutuklu F tiplerine taşındı. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk pazar günü yaptığı basın toplantısında dedi ki:
- F Tipi cezaevlerinde ve diğer yerlerde ölüm orucu ve açlık grevleri sürmektedir. Şu anda ölüm orucunda 353, açlık grevinde 1656, dönüşümlü açlık grevinde 9, toplam "2018 KİŞİ" eylemleri sürdürmektedir.
Adalet Bakanı Türk, böylece İçişleri Bakanı Tantan'ı açık düşürdü.
İçişleri Bakanı da bir gün önce Adalet Bakanı'nı suçlamıştı.
Bu arada ölüm oruçları devam ettiğine göre... 27 kişinin ölümüne yolaçan "hayat kurtarma" operasyonu neden yapıldı? Neyi kurtardı?
<#comment>#comment>Gazetecilerin yılda ikisi şeker, üçü kurban bayramında olmak üzere 5 gün tatili vardı... Gecesi gündüzüne karışmış bir mesleğin sahibi olan gazeteciler her iki bayramda yakınlarını ziyaret etmek, bir parça nefeslenmek, dinlenmek imkanı bulurdu. Bu beş günde sadece gazeteci cemiyetleri gazete yayımlar, meslek kuruluşları da böylece biraz gelir elde ederdi. Bu yıllardır uygulanan bir yasa ve gelenek idi...
Gazetecilerin tatili, Sabah gazetesinin Genel Yayın Müdürü Zafer Mutlu ve sahibi Dinç Bilgin'in marifetiyle ortadan kaldırıldı. Zafer Mutlu'nun isteği üzerine Metin Münir tarafından kaleme alınan "Sabah Olayı" adlı kitapta durum şöyle anlatılır:
- Bayram'da çıkma düşüncesi Mutlu'nundu. Sabah günde 7 milyar lira civarında ciro yapıyordu. Beş günlük geliri bayramda tatil var diye kaybetmeleri için ne sebep vardı? Milyarlarca liralık makine niye yatsındı? Ve niye milyonlarca kişi bayram boyunca gazeteci derneklerinin çıkardığı berbat gazeteleri okumaya mahkum olsundu. Dinç Bilgin bu sorulara muhatap kalınca karşı argüman düşünemedi ama hukuki mütalaa alıp ondan sonra yürümek istedi..."
Peşinden kanun delinmiş, Sabah ve onu izleyen diğer gazeteler bayramda
<#comment>#comment>"Devlet gücünü gösterdi, operasyon devleti güçlendirdi, devlete karşı gelinmez, devlet dediğin böyle olur..." Son günlerde cezaevi operasyonları nedeniyle "devlet" sözcügü çok sık ve olumlu şekilde kullanıldı. Devletin gösterdiği güç çok kişiyi memnun etti.
Peki aynı devlet neden diğer alanlarda yok? Mesela Devlet bankaların soyulmasına neden "dur" demedi? Devlet neden Körfez depreminde yoktu? Dün kimi gazeteler 6 bin depremzedenin Bolu'da kışı çadırda geçirdiğini yazıyordu. Devlet nerede peki? Devlet neden ekonomiyi yönetemiyor? Kartal Cezaevinde mafya babasına lahmacun servisi yapan aynı devlet değil mi?
Yaşamın her alanında adaletsizliği yok etmeyen hangi devlet?
- Devlet sadece coplu ve silahlı operasyonlarda mı görünecek?
Eğer bu soruya "evet" yanıtı veriliyorsa söyleyelim...
Bugün çözülür gibi görünen sorun yarın aynen nükseder... Devlet dediğiniz hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük kavramlarından soyutlanamaz. Soyutlanırsa bugün bulunduğumuz noktadan da geriye gideriz...
<#comment>#comment>Meslektaşımız, dün Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'e soruyor:
- Devlet, Bartın Cezaevi'ndeki mahkumlara "Kendinizi yakın" şeklindeki telefon talimatının Bayrampaşa Cezaevi'ndeki bir mahkumdan geldiğini açıkladı. Oysa yapılan aramada Bartın Cezaevi'nde cep telefonu bulunmadı. Bu konudaki görüşünüzü alabilir miyim?
Bakan Türk'ün soruya yanıtı aynen şöyle oluyor:
- Bana, devlete karşı şüpheci ifadeler taşıyan sorular sormayınız! ***Bir başka haber... İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi F tipi cezaevleri ve ölüm oruçlarına ilişkin haberlerle ilgili yayın yasağı kararını uygulamaya koydu. İstanbul DGM, Radikal ve Sabah gazeteleri hakkında inceleme kararı aldı. Savcılık ayrıca Star gazetesi hakkında da suç duyurusunda bulundu.
Bu gazeteler ne yapmış?
Şöyle bir göz gezdirince anlıyorsunuz ki bunlar da şüpheci ifadeler taşıyan sorular sormuş... Daha doğrusu haberleri yanyana verince kendiliğinden şüpheci ifadeler doğuyor. Mesela Sadettin Tantan ölüm orucunda kimsenin olmadığını söylerken Adalet Bakanı "Eylem hayati aşamadaydı, müdahale şarttı" diyor. Adalet Bakanı 187 kişinin ölüm orucunda 634 kişinin açlık
<#comment>#comment>- En çok oyu almama karşın, Cumhurbaşkanı neden beni seçmedi de ikinci sıradaki adayı seçti? Kim söylüyor bunu? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş. - Bugün böyle söylüyorsunuz ama o göreve siz de ikinci sıradan seçilmediniz mi? 1997 yılında, zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 101 oy alan Mater Kaban'ın yerine 93 oy alan sizi seçtiğinde niçin itiraz etmediniz? Bunu kim söylüyor? Yargıtay'daki bir hukukçu dostumuz... Başka neler mi söylüyor? Dinliyoruz:
- Sayın Vural Savaş önceki günkü yazılı açıklamasında, 19 Mayıs 2000 tarihinde Samsun'da, "devlete sadakatle hizmet eden Atatürkçü kişilerin görevlerinden uzaklaştırılmaya çalışılacağını" söylediğini hatırlatarak şunu demeye getiriyor: "Bakın, işte dediğim çıktı!" Bu hatırlatmada en azından nezaketsizlik var: Buna göre Cumhurbaşkanı Sezer, Atatürkçüleri temizleyen (!) kişidir, ikincisi de kendisinin yerine seçilen Sabih Kanadoğlu, Atatürkçü değildir (!)
- Asıl söyleyeceklerimi 21 Ocak'ta söyleyeceğim, diyor. Sizce ne söyleyecek? - Kendisini seçmeyen Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer'in Anayasa Mahkemesi üyeliği ve başkanlığı sırasındaki tutumuna ve kullandığı oylara