<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
"Yaşayan Lozan", 899 sayfalık, tuğla kalınlığında bir kitap... İnönü Vakfı'yla SBF tarafından ortaklaşa hazırlandı... Önceki akşam Pembe Köşk'te yapılan tanıtım toplantısında kitabın editörü Doç. Çağrı Erhan konuklara anlaşmayla ilgili ilginç bilgiler de verdi. Örneğin;
"İsmet Paşa anlaşmayı imzaladığında sadece 39 yaşındaydı. Görüşmeler devam ederken Mustafa Kemal'e gönderdiği telgraflardan birinde çok zorlu müzakereler yaşadığını ve çektiği sıkıntılardan saçlarının hızla ağardığını söyler. Nitekim İnönü'nün Lozan öncesi ve sonrası fotoğraflarına bakılırsa saçlarındaki hızlı beyazlaşma çok net şekilde görülür."
Görüşmeler sırasında Türk delegasyonunun karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de iletişimdir. Lozan - Ankara arasında sadece iki telgraf hattı vardır. Biri kuzeyden, kara Avrupa'sından geçen hat diğeri güneyden, Yunanistan ve Akdeniz üzerinden geçen hattır. İsmet Paşa, Ankara ile yaptığı görüşmelerden İngiltere'nin anında haber aldığını ve ertesi gün görüşme masasına hazırlıklı olarak geldiğini görünce durumu anlar. Hemen gerekli önlem alınır, İngilizlerin ulaşamayacağı bir başka hat kullanılmaya başlanır.
Doç. Erhan, Lozan'ın ne zor ama
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
TÜSES'in geçen hafta sonu düzenlediği panelde yerel yönetim reformu tartışılırken Prof. Ersin Kalaycıoğlu yıllar önce ABD'de tanık olduğu olayı anlattı:
"ABD'nin soğuk bölgelerinden birinde öğrenciydim. Bir gün posta aracı, postayı almak için posta kutusunun önüne yanaştı. Görevli arabadan indi ve posta kutusunu açarak mektupları almaya başladı. O sırada, yaşlı bir bayan arabaya girdi ve kontağı kapattı. Sonra da postacıya dönüp 'Bu araba benim paramla çalışıyor' dedi. Ben postacı, kadına vuracak falan zannederken sadece, "pekiyi madam" dedi. Halk devlet memurunu izlemeli, gereğinde ondan hesap sormalıdır..."
Eğer halk kendini adam yerine koyup hesap sormazsa ne olur? Bizdeki olur. Belediyeler yatırım yapıyoruz diye ortalığa çimento harç falan döküp halkın paralarını müteahhitlerle kırışır... Bunun adı da "icraat" olur.
Batı'da hız yapıp durmayan arabayı polis ya izler ya da ilerdeki birimlere haber verir, yakalattırır. Türkiye'de bu görev nasıl ifa edilir? Anadolu Ajansı'nın haberini akuyalım:
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bir zamanlar bir taş işçisi varmış... Kızgın güneşin altında bir dağın eteğindeki taş ocağında çalışır, sabahtan akşama anası ağlayarak taş çıkartırmış. Bir gün kan ter içinde çalışırken kafasını bir an kaldırıp güneşe bakmış:
- Ah bir güneş olsaydım, demiş, öylesine yüksekte, öylesine güçlü...
Öykü bu ya... O an bir mucize gerçekleşmiş... Taş işçisi güneş olmuş...
Ama kısa süre sonra fark etmiş ki, dünyaya gönderdiği ışınları bulutlar kesiyor, onları aşamıyor:
- Bulutların arasından ışınlarımı geçiremedikten sonra güneş olmak neye yarar, diye söylenmiş, keşke bulut olsaydım.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Cumhuriyet tarihinin en ağır tazminat davası meslektaşımız Ruhat Mengi'ye karşı açıldı. Talep edilen para tam 120 milyar lira... Sebebi: Mengi'nin yeni Türk Ceza Yasa Tasarısı'nda kadınları aşağılayan, tecavüzcüleri koruyan maddeleri eleştirirken kullandığı ifadeler... Geçen mayıs ayında, Vatan'daki yazısında şöyle demiş örneğin:
"...İnanın elimde imkân olsa yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nı hazırlayanların tümünü derhal psikolog kontrolüne alırdım. Bununla da yetinmez tedavileri bitene kadar toplum içine karışmalarına izin vermezdim. Sözüm ona 'değişiklik' yapmışlar. Sevsinler sizin hukukunuzu, beyninizi, değişikliğinizi. Yazıklar olsun! Bilginize de, insan sevginize de, iyi niyetinize de yazıklar olsun!.."
***
Adalet Komisyonu üyelerinden Prof. Doğan Soyaslan 50 milyar, Prof. Sulhi Dönmezer 70 milyar liralık dava açmış Ruhat Mengi'ye karşı... Tazminat davalarında bir kural vardır.. İstenen miktar alanı zengin edecek, vereni fakirleştirecek büyüklükte olamaz. Belli ki dava açan iki hukukçu bu basit kuralı da gözetmemiş...
Prof. Doğan Soyaslan'ın açtığı davanın ilk duruşması 24
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fransız Bilimler Akademisi "Yerbilimleri Büyük Ödülü"nün sahibi... ABD Ulusal Bilimler Akademisi'nin üyesi... Neuchatel Üniversitesi Fen Fakültesi "Şeref Bilim Payesi" sahibi Prof. Celal Şengör, Türkiye'nin en ünlü birkaç bilim adamından biridir. Hürriyet Bilim ekinde Ayda Kayar Prof. Şengör'e, hükümetin TÜBİTAK yasasını değiştirmesi konusundaki düşüncesini soruyor. Prof. Şengör'ün yanıtı:
"TÜBİTAK'a mühadale edilmesi Türkiye için anlatılması çok güç olan bir felakettir. Hükümetin, TÜBİTAK projesi mayıstan beri milli güvenliğimizi tehdit ediyor. Hiçbir araştırma yürümüyor. Türkiye'yi tehdit eden en büyük tehlike İstanbul depremidir. Ama TÜBİTAK'taki bütün araştırmalar durdu. Uluslararası anlaşma şartlarını yerine getiremiyoruz. Hükümet TÜBİTAK'ı ele geçirmek için bilim adamlarına, tanıdığım en dürüst adam Prof. Namık Pak'a iftira ediyor. Bilim adamının saygınlığına hücum ediyor. Deprem gibi, askeri projeler gibi bir çok proje var. Bütün bunlar kimin eline geçecek?"
***
Bilim adamı Şengör'ün sorusu endişe dolu... TÜBİTAK'ı ele geçirmek isteyenlerin ise böyle endişesi yok. Olsaydı TÜBİTAK'la böylesine oynarlar mıydı?
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ferhat Yeğin adlı vatandaş adını Qalferat olarak değiştirmek istemiş, Ankara l. Hukuk Mahkemesi davayı reddetmiş. Dil ve edebiyat alanında saygın bir isim, Tahsin Yücel, Müdafaa - i Hukuk dergisinin son sayısında bu konuya değinmiş, özetle şöyle diyor:
"Sevgilinize yazdığınız mektupta x'leri, w'leri, q'ları kullanabilirsiniz ama Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıysanız bu yabancı harfleri adınızda kullanamayacağınız gibi yazdığımız resmi dilekçede de kullanamazsınız... Bir markada "q" harfi bulunabilir ama yasalarımıza göre bir şahıs isminde Türk abecesi'nde bulunmayan harf kullanılamaz...
Verheugen "AB'de işgalcilik kabul edilemez" demiş... Eksik söylemiş; "Irak hariç" demeliydi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Recep Tayyip Erdoğan' ın başkanlığındaki 80 kadar AKP milletvekili Haydar Aliyev' in cenaze töreni için önceki gün özel bir uçakla Bakû'ye gitti. "Heyet"in burada sergilediği manzarayı aynı tören için bir başka uçakla Bakû'ye giden bir CHP milletvekilinden dinliyoruz:
"İlk tören Kongre Sarayı'ndaydı. Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer ve bizler salondaki yerimizi almıştık ama Sayın Başbakan ve beraberindekiler ortalıkta yoktu. Salona tören başladıktan 45 dakika kadar sonra geldiler. Meğerse uçakları geç kalkmış. Tayyip Bey, sahnede hazırlanmış katafalka çelenk koydu ama çelengin üzerinde ne bir kurdele ne de kime ait olduğunu gösteren bir yazı vardı. Tayyip Bey yerine oturduktan epey sonra Azeri görevlilerin katafalka bir çelenk daha koyduklarını gördüm. Üzerindeki yazıya baktım; TC Başbakanı, yazıyordu. Oysa protokol kurallarına göre Başbakan'ın çelengini bizzat Başbakan'ın koyması gerekiyordu. Ortada skandala varan bir organizasyon bozukluğu vardı.
Mezarlıktaki törende hiçbir AKP'liyi göremedim. Akşamüzeri Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev yabancı konuklara bir davet verdi, orada da bizimkilerden hiç kimse yoktu. Anlaşılan Ankara'da çok önemli (!) işleri
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kanal D'deki Popstar yarışmasında geçmişte cinayet işlemiş delikanlının gördüğü rağbet okurumuz Hacer Erar'a göre toplumda suç işlemeyi özendirecek bir nitelik taşıyor. Eski sabıkalıları topluma kazandırmak evet. Ama geçmişte suç işlemenin olumlu bir farklılığa dönüşmesi akla mantığa sığar gibi değil, diyor okurumuz...
Avrupalı Türk İşadamları Birliği BTEU da, yarışmadaki yabancı düşmanlığını kınıyor... Bakınız ne diyor:
"Biz Avrupa Türkleri 40 yıldır Avrupa'da bizlere karşı yer yer baş gösteren düşmanlık karşısında mücadele verirken, Popstar yarışmasında Rus kökenli Türk vatandaşı Elena Kryuchkova'ya karşı takınılan tavrı kınıyoruz.
Rus kökenli Türk bayana karşı jüri üyeleri tarafından sarf edilen sözler 1938 Nazi Almanya'sını hiç aratmıyor: "Neden Türkiye'ye geldiniz? Bir Rus olarak ne işiniz var sizin bu yarışmada? Neden Rusya'da yarışmıyorsun?" vs..vs...
Avrupa'da yaşayan yetenekli çocuklarımız da buralarda benzeri yarışmalara katılıyorlar. Ne var ki onlara hiç böyle sorular sorulmuyor. Sorulamaz da..