Şimdilerde İstanbul sokaklarında bolca rastladığımız savaş kaçağı Rus gençlerin dedeleri de İstanbul’a sığınmıştı bir zamanlar.
1920 yılıydı… Rusya’da Kızıl Ordu’ya yenilen Beyaz Ordu’yu destekleyen ve adına “Beyaz Rus” dediğimiz insanlar evlerinden kaçarken bir kısmı da İstanbul’a sığındı. Adları Beyaz Rus idi ama Belarus’la ilgileri yoktu. Saf kan Rus idiler. Parasızdılar. Gelir gelmez çalışmaya koyuldular. Soylu adamlardı. 1921 yılında patlak veren tramvay grevinde Rus işçilerle grevin kırılacağı haberleri yayıldığında Presse de Soir gazetesine şu açıklamayı yaptılar:
“Ruslar maddi vaziyetleri ne kadar kötü olursa olsun kendilerini muhabbetle kabul etmiş bu memleketin işçilerinin ekonomik sebeplerle ilan ettikleri greve zarar vermeyi asla düşünmemekte, işçileri desteklemektedirler.”
Rus prensesler, prensler, generaller, profesörler, eski milyonerler sokaklarda sigara, çiçek, vs. satmakta ya da garson veya kapıcı olarak otellerde, lokantalarda boğaz tokluğuna çalışmaktadırlar. Bu arada ressamlar sergi
Hıristiyanlar Noel’i kutluyor. Onlar bayramı kutlayadursun, bizim bazı odaklar halkın dinini bırakıp Hıristiyanlığa özeneceği endişesiyle Noel’e karşı önlem almakla meşguller! Bu arada yılbaşının da Hıristiyan âdeti olduğunu iddia edip vatandaşın o gece eğlenmesini önlemeyi de görev sayıyorlar.
Türkiye neresi? Nelerin ülkesi? Bunun farkına varsak neler kazanırdık?
Yüksek mimar Erdoğan Vata’nın eski bir yazısını kesip koymuşuz dosyaya. Aktaralım:
Hıristiyanlığın 8 ana kutsal makamı vardır ve bunların sadece iki tanesi Anadolu dışındadır: Vatikan ve Kudüs. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’in yazılması Anadolu’da gerçekleşmiştir. Meryem Ana’nın mezarı Selçuk’ta, Aziz Nicolas yani Noel Baba’nın mezarı Demre’dedir. Konsül toplantı merkezleri de Tarsus, İskenderun, İznik ve Kapadokya’dadır. Ayrıca Süryaniliğin kâbesi “Darülzaferan Kilisesi” Mardin’de. Ortodoksluğun en büyük dini merkezi olan Fener Patrikhanesi İstanbul’dadır.
Biz emanetimizdeki bu tarihi ve kültürel varlığı dışlamamış olsak, bu değerleri
Ülke gündemi bir polemik ormanının içine düştü.
Bu ormanda sadece kısır tartışmalar, çatlak sesler duyuluyor.
İktidar ile muhalefet arasında atışmalar ve sataşmalar sürerken…
Muhalefete bağlı siyasiler de kendi aralarında çekişmeyi sürdürüyor.
TV kanalları mı? Onlar tartışmalara benzin dökmekle meşgul.
Bu gürültüde halkın sorunları tabii unutuluyor.
Çok değerli bir zamanı boş laflarla harcıyoruz.
Oysa seçimlere altı ay kala yeni dönemin çözüm bekleyen sorunlarını konuşmalıydık.
Acı biberin kilosu 100 lirayı geçmiş. Genç yaşta yitirdiğimiz yazar Mehmet Baydur onu şöyle tarif eder:
- Yenilen meyve ve sebzelerin içinde, ısırdığımız zaman hemen yanıt veren tek yiyecek biberdir. Gözleri yaşartır, kulakları uğuldatır, kızartır, bozartır. Biberin zevk veren bir yönü olduğunu söylersek çizmeyi aşmış olmayız.
Bilim adamları biberin nikotin, kokain, alkol gibi bağımlılık yarattığını söylüyorlar.
Macar bilim adamı Albert Szent Györgyi acılı yemekleri incelerken biberin çok zengin bir C vitamini kaynağı olduğunu bulmuş. Bu beyaz kristalimsi maddeyi keşfettiği için 1937 yılında Nobel ödülünü almış.
Dünyanın en acı biberi Meksika’nın Yucatan bölgesinde yetişiyormuş. Adına habanero deniyor. Bizde en acısı Samandağı biberidir. Hatay’da yetişir.
İki ana tür var dünyada. Güney Amerika acıları ve Hindistan acıları. Türkiye’deki acıların Güney Amerika tadına yakın olduğu söyleniyor. Tabii bizim Güneydoğu acılarını da ihmal etmemek gerek.
Aydın Boysan anlatmıştı. Diyarbakır’da sur dibinde üç dört
Rıfat Ilgaz’ın biricik oğlu
Aydın Ilgaz’ı kaybettik. Uçak mühendisi Aydın, sırf babasına destek için THY’deki işinden ayrılmış, Çınar Yayınları’nı kurmuş, son 30 yılını babasına ve onun kitaplarını basıp yaymaya ayırmıştı. Ayrıca çok yararlı kitaplar da yayımladı. Tanıyanlar bilir. “Dünya iyisi” sıfatını hak eden bir insandı. Geride kalan zarif eşi Nilgün ile çocukları Kerem, Anıl ve Elif’e başsağlığı ve sabır diliyorum.
***
Rıfat Ağabey ile Aydın’ın aklımdan çıkmayan bir öyküsü vardır. Baba oğul bir gün memleketleri Cide’ye giderler. Gerilimli bir dönemdir. Kaymakam kendilerine ilçede durumun gergin olduğunu, kalmalarının tehlikeli olabileceğini söyler, geldikleri gibi geri dönmelerini tavsiye eder. Rıfat Abi uyarıyı duymazlıktan gelir. Aydın’a döner:
- Aydın git şu bakkaldan bir büyük rakı ile meze olabilecek bir şeyler al gel evladım.
Rıfat Ağabey üçüncü kattaki evinin balkonuna sofrayı kurar. Balkonun ışığını yakar. Karşısına da Aydın’ı alır. Baba oğul onları vurmak isteyen
Kesip dosyaya koyduğumuz köşe yazılarını ara sıra gözden geçiriyoruz. Zamanında kim, ne yazmış. Rahmetli dostumuz Bekir Coşkun’un 22 Kasım 2012 tarihinde Cumhuriyet’te yayımlanan yazısı dikkatimizi çekiyor. “Kör gözlüm” başlıklı yazının giriş bölümünü aktarıyoruz:
“Tanrı’nın insana gönderdiği en kutsal şey kitaplar değildir. Akıldır. Uygar dünyayı yöneten demokrasi kutsal kitaplarda yoktu. Sınıfların eşitliği, bedenin dokunulmazlığı, kadın hakları, insan hakları, laiklik, evrensel hukuk. Ne kullandığımız takvimler, ne organ nakilleri, ne radyo dalgaları, ne antibiyotikler, ne bilgisayarlar. Hiçbirisi kitaplarla gelmedi. Akılla geldi. Tanrı’nın insana verdiği en mübarek şey: Akıl. Onu sana veren işlesin diye verdi ya. Şu haline bak. Dünyanın en bereketli topraklarının üzerinde yarı tok yarı açsın. Ve dünyanın en katmer katmer kültürü üzerinde üretimden teknolojiden, sanattan, bilgi zenginliklerinden yoksun. Üzerindeki ceketin modelinden. Ayağındaki pabucun astarından. Gözündeki
Ekrem İmamoğlu hakkındaki karar sonrasındaki tartışmalar iki ihtimal ekseninde yoğunlaşıyor.
1 - Mahkemenin kararı Ekrem İmamoğlu’nun yıldızını parlatmış, mağduriyet duygusu cumhurbaşkanlığı adaylığında önünü açmıştır. Cumhurbaşkanlığı yarışından kopması beklenen İmamoğlu, bu mağduriyet yaratan kararla, tam tersine, diğer adayların bile önüne geçmiştir. Mahkeme kararı bu yüzden kimi AKP’liler tarafından da eleştirilmektedir. Sonuçta bu kararla 6’lı Masa ve İmamoğlu kazanmıştır.
2 - CHP Siyasi Danışmanı İbrahim Uslu ve siyaset bilimci Prof. Efe Çaman gibi kimi isimler dâhil birçok kişi böyle düşünmüyor. Onlar özetle diyorlar ki:
- Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün bunları hesap etmiştir. Erdoğan için tepkilerden daha önemli olan İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı yarışından ve İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan uzaklaşması, bu süreçte aynı zamanda 6’lı Masa’nın karışmasıdır. Nitekim 6’lı Masa içinde özellikle CHP ile İyi Parti arasında yeni çekişmeler başlamıştır. Süreç AKP’nin
Genç okurumuz sormuş:
- Siz hiç Meclis’in şimdiki kadar kavgalı gürültülü dönemini gördünüz mü?
Siyasi atışmalar hiç bu kadar sert ve
kırıcı olmuş muydu?
Bu soruyu yanıtlamak için biraz tarihe bakmak gerekiyor.
Emre Kongar ile Zülal Kalkandelen’in hazırladığı “Devrimin ve Karşı Devrimin Yüzyılı” adlı ciltleri açıyoruz.
Kitap 1919’dan başlayarak son yüz yılın kronolojisini veriyor. Tarihleriyle devrim