Bu satırları sıkıntı ve acıyla okuduğunuzu biliyorum. Ben de zaten sıkıntı ve acıyla yazıyorum.
Toplumsal felaketler elbet acı ve keder yüklüdür.
Ama daha büyük acıyı felaketlerden ders alınmaması veriyor.
Binlerce cana mal olan Körfez depreminden sonra güzel bir sloganı milletçe paylaştık:
- Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Dedik... Ama her şey maalesef yine eskisi gibi.
Fotoğraflarda görüyorsunuz.
Kimi binalar sapasağlam dururken, hemen yanı başında kimi binalar çöp olmuş.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sayıştay denetçilerine yükleniyor:
“İktidara geldiğimizde 418 milyar doları görmezsem görevinizi yerine getirmemişsiniz demektir. Yakarım sizi!”
“Seçimin ertesi günü onların telefonları acı acı çalacak. Açtıkları telefonun ucunda bir ses duyacaklar: - Ben Kemal, geliyorum!”
“Defalarca uyardım seni SPK, gerekeni yapmadın, küçük yatırımcının soyulmasına göz yumdun. Çok öfkeliyim. Görüşeceğiz. Vallahi de görüşeceğiz.”
Kemal Bey’in bu üslubu bize kimi mi hatırlatıyor?
Rahmetli Ahmet Vardar’ı...
Ahmet Vardar’ı hatırlar mısınız?
Sabah gazetesinde
Bürokraside yıllarca önemli görevlerde bulunan dostumuz Teoman Yazgan, dış dünyada edindiği bir gözlemi şöyle aktarıyor:
- Gerek Uzakdoğu gerekse Avrupa ülkelerinde birbirine çok benzer bazı değerlendirmeler dikkatimi çekti. Özellikle Çin’de ve Almanya’da şu görüşlerin altı özenle çiziliyordu:
“Genetik olarak insan neslinde yönetici, önder ve planlayıcı özelliklere sahip olanlar en fazla yüzde 3 dolayında kalıyordu. Önemli olan, bu yüzde 3 dolayında bulunan insanları mutlaka bulup çıkarmak ve ülkenin geleceğini onlara emanet edebilmekti.”
Adı geçen ülkeler bu yetenekli yöneticileri özellikle bulup ortaya çıkarabildikleri için kalkınmaları daha bir kolay oluyordu.
***
Büyük firmalar biliyorsunuz başarılı üniversitelerin son sınıflarında mülakat yoluyla başarılı öğrencileri devşirir, daha mezun olmadan firmalarında işe alırlar.
Siyasi partiler de geleceği parlak, nitelikli bürokrat ve yöneticileri erken yaşta kendi partilerine davet ederek saflarına katarlar. Böylece
Okurumuz “Bu kitap devlet adamlarına el kitabı olmalı” notuyla yollamış mektubunu.
Sözünü ettiği kitabın adı “Vali Bey”. Yazarı gazeteci arkadaşımız Saygı Öztürk.
Kitapta efsaneleşmiş bir vali olan Refik Arslan Öztürk anlatılıyor.
Refik Öztürk (1949-2020) Saygı’nın ağabeyidir. Reşadiye, Silopi, Finike ve Söğüt kaymakamlıkları sonrasında Bilecik, Niğde, Erzincan, Manisa valilikleri yaptı. 27 Nisan 2008 tarihinde merkez valisi oldu. 71 yaşında vefat etti.
Devlet ciddiyeti, tasarruf ve dürüstlük denince ilk akla gelen bürokratlardan biriydi.
Bir Kurban Bayramı şoförü ve koruması ile İzmir’e giderler. Bu iki görevliyi evlerine gönderip kendisi dolmuşa biner. Tesadüf bu ya dolmuş biraz ileride çevrilir. Polisler kimlik kontrolü yapar. Refik Bey’in cebinde sadece valilik kartı vardır. Onu gösterir. Polisler şaşırır. Vali Bey’i (biz götürelim diyerek) kendi arabalarına davet ederler. Refik Bey kabul etmez. Dolmuş yoluna devam eder.
Valilik döneminde Ankara’ya devletin aracıyla değil, bilet parasını kendisi
Dünyaca ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf, “Yolların Başlangıcı” adlı kitabında gerçek bir öykü anlatır
(s. 336).
Atatürk’e uzaktan bakanların O’nu tanımalarına yardımcı olacak bir öykü.
Maalouf kitabında öyküsüne:
“Dedem o yıl Atatürk için yanıp tutuşuyordu” diye başlıyor ve devam ediyor:
“Atatürk 1921 yılında Türkiye’yi işgal etmiş Avrupa ordularına karşı zafer üstüne zafer kazanmıştı. Ekim ayında da, Fransızların, kendi hükümetini tanımalarını ve ordularını ülkeden geri çekmelerini sağlamıştı. Dedem, işte toprakları ve kafaları özgür kılan bu kişiye duyduğu hayranlık yüzünden, çocuğuna onun adını vermek, ona Arapların söylediği biçimde ‘Kamal’ demek istiyordu. Bebekleri 9 Aralık 1921’de doğdu. Tanrı başka türlü karar vermişti, çocuğa Atatürk’ün adını koyamazdı, çünkü bir kızı olmuştu. Dedem kaşlarını çattı, hiçbir şey söylemedi. Odanın bir köşesinde karısının yatmakta olduğu yataktan iki
TÜİK verilerine göre, yabancılara yapılan konut satışları 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 15.2 artarak 67 bin 490 ile rekor kırdı. Birinci sırada Ruslar yer aldı. Rusya vatandaşları 2022’de Türkiye’den 16 bin 312 konut satın aldı. Rusya’yı 8 bin konut ile İran, 6 bin konut ile Irak vatandaşları izledi.
Savaştan kaçan Ruslardan parası olanlar 400 bin dolar verip konut alırsa hem konut hem vatandaşlık sahibi oluyor. En çok tercih ettikleri kentler Antalya ve İstanbul. Onlar her açıdan kazançlı. Hem savaştan uzaklaşıyorlar. Hem paralarını konut gibi değeri sürekli artan bir mala yatırıp enflasyondan korunuyorlar.
Olan bize oluyor. Güneyden gelen göçlere Ruslar eklenince...
Kiralar ve konut fiyatları biraz daha roketleniyor.
Üstelik kuzeyimizdeki savaşın kolay kolay biteceği yok.
Şimdi de Leopar tankları giriyor devreye.
Batı bu savaşı Putin’i devirene kadar sürdüreceğini ifade ediyor.
Putin’in ise devrilme noktasına geldiğinde neler yapacağını kimse bilmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim için 14 Mayıs tarihini verdi. Seçilen tarih Demokrat Parti’nin CHP’ye karşı seçim kazanarak iktidara gelişinin de yıl dönümüydü.
Demokrat Parti’nin “Yeter söz milletindir” sloganıyla iktidara gelişi çok partili demokraside devrim kabul edilir, Başbakan Adnan Menderes demokrasi kahramanı olarak anılır.
Demokrat Parti hareketi gerçekten bir demokrasi devrimi midir? En azından çıkışı itibarıyla değildir. Bu siyasi hareket 1945 yılında CHP’nin Meclis’te “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”nu hazırlamasıyla birlikte alev alır. Çiftlik sahibi Adnan Menderes ve arkadaşları kanuna karşı ayaklanırlar. Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes kanunun kabulünden birkaç gün sonra hükümete ünlü “Dörtlü Takrir”i (önerge) verirler. Toprak reformu yüzünden başlayan kavga, takrir içinde yer alan demokratik taleplerle birlikte bir demokrasi hareketine dönüşür. 7 Ocak 1946 tarihinde DP kurulur.
Yeni parti
Gözlerinizi açtığınız her yeni gün size çıkmış ikramiyedir. Değerini bilin.
Eşinize, dostunuza gülümseyin, onların mutluluğuna yardımcı olun.
Güzel şeyler düşünürseniz gününüz güzel geçer.
“Hayat Güzeldir” filmindeki babayı (Roberto Benigni’yi) hatırlayın.
Nazi toplama kamplarında bile iyimserliği elden bırakmayıp çocuğuna güzel günler yaşatan o güler yüzlü babayı...
Sonunda çocuğunu kurtardığını unutmayın.
Ara sıra homurdanmayı ihmal etmeyin tabii.
Özellikle fiyatları görünce