20 Mart günü yani dün, BM tarafından ilan edilmiş “Dünya Mutluluk Günü” idi. İnsanların mutluluğu hatırlamaları için düşünülmüş bir gün bu.
Mutluluğun tarih boyunca binlerce tanımı yapılmıştır. En yalın tanımı sanırız yıllar önce yazar Peyami Safa yapmış:
Peyami Safa’ya:
- Mutlu adam kimdir? diye sormuşlar.
O sırada sanırız dişi ağrıyormuş.
- Dişi ağrıyan adama göre mutlu adam dişi ağrımayan adamdır, demiş.
Mutluluk genellikle onu kaybedince aklımıza gelir.
Çünkü sahip olduğumuz şeyleri küçümser, sahip olmadıklarımızı önemseriz.
Üçkâğıtçı deyiminin anlamını herkes bilir.
Peki, siz üçkâğıt sisteminin nasıl çalıştığını izlediniz mi?
Bendeniz çok izledim.
Lisede öğlen tatillerinde Galata Köprüsü üzerinde dolaşırken sık sık üçkâğıtçılara rastlar, durup kenardan bu eğlenceli tiyatroyu seyrederdik.
Üçkâğıtçı küçük bir tabla üzerine üç iskambil kâğıdı koyar. İkisi kırmızı yani kupa, biri siyah yani maça. Kâğıtları hızla hareket ettirir. Siz üç iskambil arasından siyah olanı bulursanız bastırdığınız paranın iki katını alırsınız. Oynatan bu arada bağırır:
- Bul karrayı, al parrayı!
- Hasan değil basan alıyor aaağbiii!
Tezgâhın çevresine şebekenin adamları müşteri veya seyirci gibi sıralanır. Biri sürekli para basmakta ve karayı bulup kazanmaktadır. Seyirciler arasında bulunan saf köylülerin iştahı kabarır. Çünkü kâğıtlar yavaş hareket etmekte karayı herkes görebilmektedir. Para kazanmak kolaydır. Biri paraları desteleyip gider, bir başkası tezgâh başı
Ülkenin bir yanını sular seller götürüyor. Bir kez daha üzülüyoruz. Marmara Bölgesi ve İstanbul ise kuraklık ve susuzluğun eşiğinde. Kış biterken barajlar beklenen doluluk oranına hâlâ ulaşmadı.
İklim uzmanı Prof. Murat Türkeş’e göre:
. Ülkenin büyük bölümü kasım ayından bu yana çok sınırlı yağış aldı.
. Temmuz ayına doğru sulama suyu ihtiyacımız daha da belirginleşecek. Tahıllarda şu an durum idare edilebilir ama bol su isteyen sebze ve meyvelerde yaz aylarında sorun büyük olacak.
. Türkiye toprağa düşen her damla suya sahip çıkmalı.
Bu uyarılar sık sık yapıldığı halde yağmur sularını biriktirme konusunda pek somut adım atıldığını görmüyoruz
İstanbul’da durum kritik.
İSKİ kuraklık haberleri verirken su tasarrufu çağrısı yapıyor.
Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. 14 Mart 1827, II. Mahmut döneminde, ilk modern tıp eğitiminin başladığı Tıphane-i Amire’nin kuruluş tarihidir.
İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart’ında işgal altındaki İstanbul’da gerçekleşmiştir. O gün, tıp okulu öğrencileri 3. sınıf öğrencisi Hikmet Boran’ın önderliğinde işgali protesto için toplandılar. İlk kutlama tıp öğrencilerinin işgale başkaldırısı şeklinde oldu.
Cumhuriyet kurulduğunda ülke salgın hastalıktan kavruluyordu. Cumhuriyet yönetimi koruyucu hekimliği ve salgınları bitirmeyi benimsedi. İlk önemli kuruluş Hıfzıssıhha Enstitüsü oldu. Bu kuruluş salgın hastalıklara karşı aşı üretecek, sonraları ilaç ruhsatlarını verecek, su ve gıda kontrollerini yapacaktır. Dr. Refik Saydam’ın öncülüğünde kurulan enstitü, 1931’de BCG (verem) aşısını, 1932’de tüm serumları, 1933’te kuduz aşısını, 1934’te çiçek aşısını, 1942’de tifüs aşısını ve akrep serumunu, 1947’de ağızdan BCG aşısını, 1956’da tetanos aşısını üretti.
***
Cumhuriyet’in
Sovyetler Birliği eski lideri Jozef Stalin ölümünün 70’inci yılı (5 Mart 1953) nedeniyle yine gündemde. Stalin yıllardır milyonlarca insanın katili zalim bir diktatör olarak anılır. Türkiye’de de böyle tanınır. Moskova, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’yi tehdit ettiği, Boğazlardan üs istediği söylentisiyle ülkenin kaderinde birinci derecede rol oynamış, Türkiye’nin hızla Batı dünyasına yönelmesine yol açmıştır. Yaratılan korkuyla içerde sol siyaset sürekli ezilmiş, ABD’ye üsler verilmiş, NATO’ya girilmiştir. O giriş.
Tarih böyle mi işlemiştir?
Atatürk’ün 1925 - 38 yılları arasındaki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras anılarında, ‘‘Sovyetlerin toprak talepleri Molotof’un budalalığıdır, Stalin Türk dostluğuna önem verirdi, ciddi olsaydı en güçlü olduğu o dönemde bu tehdidi gerçeğe dönüştürürdü’’, diyor... Atatürk döneminde Stalin ile özellikle ekonomide sıkı ilişkiler kurulmuş, Karabük Demir
Dünya Kadınlar Günü kutlandı.
Kadınlarımızın en azından bugünü gülerek, eğlenerek, ağız tadıyla kutlamasını dilerken…
Kitaplığımızdaki bir kitabın sayfalarını çeviriyoruz.
Uzun yıllar ANAP’ta milletvekilliği ve bakanlık yapmış olan Kaya Erdem’in “Demokrasinin İlk 50 Yılı” isimli kitabının 202. ve 203. sayfalarında ilginç bir anı gözümüze çarpıyor
Kaya Erdem, eşi Sevil Hanım’la 1986 yılında Malezya’ya kısa bir ziyarette bulunur. Ziyaret sırasında geniş katılımlı
bir iftar yemeği verilir.
Gerisini Kaya Erdem şöyle anlatıyor:
“Eşimin bulunduğu masadaki sohbet esnasında kadın hakları tartışılırken, Malezya Sosyal Güvenlik Bakanı hanım,
Meral Akşener 2 Mart toplantısının ardından zehir zemberek bir açıklama yaparak Altılı Masa ile köprüleri attı. Attı ama ummadığı kadar yoğun baskı altında kaldı. Derken dün ağır bir şart koşarak masaya dönme kararı aldı:
“Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş yetkili Cumhurbaşkanı yardımcısı olsunlar. Kritik kararlara imza atsınlar...”
Akşener’in önerisi Kemal Kılıçdaroğlu ve Altılı Masa’da kabul edilir mi, edilmez mi?
Bu satırlar yazılırken henüz belli değildi...
Ancak hemen akla gelen şudur…
Meral hanım, Kemal beyin cumhurbaşkanı adaylığında ısrar edeceğini, Yavaş veya İmamoğlu’nun adaylığını kabul etmeyeceğini 2 Mart toplantısı öncesi biliyordu.
Böyle bir B planı var idiyse... Bunu 2 Mart toplantısında Masa’da dile getirmesi gerekmez miydi?
Anlaşılan bu plan yeni üretildi...
Şarkıyı bilmeyen yoktur...
“Boş vere boş vere ne hale geldik
Neredeydik, nerelere geldik.”
Bizim hikâyemizin özeti de böyle.
1980 - 90’lar...
Tarımda makineleşme hızlanıyor.
Topraklar bölünüyor.
Enflasyon gelir dengesizliğini büyütüyor.