Melih Aşık
Dolandırıcılık devletin en üst katmanlarında bile temsil edilen saygın bir iş oldu. Hayatın her alanında sahneleniyor. İnsanların en zayıf anları kollanıyor. Özellikle o anlarında uygulanıyor. Bazan devlet kurumlarıyla ortak yapılıyor. Profesör
Atilla Sesören anlatıyor:
- Radyo kanallarına ve gazetelere verilen ilanlarda "ÖSS sınav sonuçlarının 0900 909 1000 ya da 1001 - 1002 ve 1003 no'lu telefonlardan süratle öğrenilebileceği" belirtiliyordu. Sınava giren kızımın kazanıp kazanamadığını öğrenmek için ben de telefonun başına geçtim ve tuşlamaya başladım. İnanır mısınız, sabahtan beri 900'lü telefon hattını tuşluyorum. Ama kızımın sınavda başarılı olup olamadığını hala öğrenebilmiş değilim. Hattı her arayışımda, karşıma çıkan bant şu cümleleri tekrarlıyor:
"Sınav giriş numaranızı tuşlamak için gereken süreyi geçtiniz. Lütfen bir daha deneyin!..
Ben bugün en az 30 defa bu numarayı çevirdim. Verilen cevap hep aynı:
"Numarayı tekrar tuşlayınız!.."
Her seferinde biraz daha "hızlı" tuşladım. Ama başaramadım. Kızımın arkadaşları da aynı şekilde arayıp sonuç alamamışlar.
Profesör
Sesören bu tuzağa yakalanan tek veli değil. Aynı şikayet başka velilerden de geliyor... Bu tuzak 1 milyon öğrenciyi ağına düşürecek kadar büyük. Ulaşırma Bakanlığını ve savcıları uyarıyoruz. Eğer dolandırıcılığı suç sayıyorlarsa bu duruma el koymalıdırlar. Yoksa ilgilenmeleri için sebep yok.
Yalçın Pekşen dostumuz 6 yaşındaki oğlu
Murat'ı 23 Nisan törenlerini izlemek üzere Fenerbahçe Stadına götürmüş. Gösteriler sırasında bir ara sahaya bezden yapılmış dev boyutta bir satranç alanı getirilmiş. Üzerinde Moda Koleji öğrencileri
"Satranç Balesi" adlı bir oyun sunacak. Satrancın kareleri doğal olarak siyah beyaz. Satranç bezi çimenlerin üzerine yayılınca birden tribünlerden "yuuuh" diye bir ses yükselmiş. Ve yuhların ardından bir tezahürat:
"En büyük Fener, başka büyük yok..."
Meğer tribündeki gençler satranç tahtasını Beşiktaş bayrağı sanmışlar...
***
Yalçın Pekşen, 23 Nisan'daki bu olayı neden şimdi anımsadığını da Akşam'daki sütununda şöyle izah ediyor:
"Şu sıralarda
Suat Atalık adlı bir satranç ustamız neredeyse bir mucize yaratmış durumda. 1997 Amerika Satranç ustaları turnuvasında 190 usta ve büyük usta oyuncu arasında birinciliği 2 büyük usta ile paylaştı. ABD gazetleri
Atalık'ı yere göğe koyamıyorlar. Bizde ise bu konuda tek satır yok. Oysa
Suat Atalık, Alpay'dan,
Hakan'dan
Saffet'ten
Sergen'den daha önemli biri bizim için..."
Yalçın böyle diyor ama... Ayak oyunlarını zeka oyunlarının önüne geçirmiş bir toplumun gençlerinin farklı olmasını beklemek mantıklı mı?
Halkımız 1 - 2 dakikalık reklam filmlerini baştan sona ezberlediği ve sonunu bildiği halde... dikkatle ve tekrar tekrar izliyor. Her defasında ilk defa izliyormuşcasına etkileniyor. Gülüyor. Nedir bu ilgi biçimi? Değerli sanatçı
Ferhan Şensoy sebebini şöyle yorumluyor:
" Bizim millet birşeyi beş kez seyretmeden kavrayamıyor. Reklam filmlerini de dizi film gibi izlemeleri bundan. Bir reklamı günde beş kez görünce algılayıp kavrıyor, sonra da seviyorlar..."
Ferhan Şensoy'un dünkü Cumhuriyet'te yer alan yukardaki sözleri, dünkü Hürriyet'in manşetini de biraz açıklıyor:
Hürriyet'in manşetinde
"Çeken Vuruyor" başlığı altında şu sözler okunmakta:
"Toplumun silahlanması, yargının ağır işlemesi ve çetelerin ortaya çıkması, kafasına her esenin tabancayı çekip infaza kalkmasına neden oluyor..."
Oysa perşembenin gelişi çarşambadan belliydi... 1980'li yıllarda
Turgut Özal silah tekellerini memnun etmek için silah ithalini serbest bıraktığında... Valilikler peynir ekmek gibi silah ruhsatı dağıttığında... Pompalı tüfek satışındaki artışın hayra alamet olmadığı yazılıp çizildiğinde... Türkiye'nin yakında Teksas'a döneceği çok açıktı.
Ama ah şu algılama zorluğu... Yeni yeni farkediyoruz durumu...
Belki bundan sonra, hergün birkaç cinayet işlendikçe, aynı filmi tekrar tekrar seyrettikçe kavrayacak halkımız yapılan yanlışı...
Kaldı ki bazan aynı film tekrarlandığında da milletin durumu kavraması mümkün olmuyor... Trafik gibi... Hergün 25 kişi ölüyor ama kılını kıpırdatan yok.
Laikliğin ve demokrasinin elden gitmekte olduğunu, ülkenin inançlı - inançsız ayrımıyla bir iç savaşa yöneldiğini de hiç kuşkunuz olmasın ancak sokaklarda kıtır kıtır adam kesildiği zaman kavrayacağız...
Bu algılama zorluğu hepimizi karanlık bir kuyuya doğru sürüklüyor.