Başbakan dedi ki.. ’17 Aralık darbe girişimi bertaraf ediliyor, yeni bir saldırıyı, yeni bir sabotajı daha devre dışı bırakıyoruz.’
Bertaraf ediliyor dediği paralel devlet olsa gerek..
Devlet içindeki yapılanma!..
Zaten 17 Aralık’tan beri binlerce kişi görevden alındı, pasif alanlara çekildi.. Savcılar değiştirildi.. Emniyette, bürokraside büyük operasyonlar yapıldı..
Devletin içi sakinleştiyse o zaman sıra rüşvet ve yolsuzluk dosyalarını açmaya geldi.. ‘Paralel’ diye suçlananlar o dosyalara el atamayacaklarına göre, ortalık temizlendiğine göre..
Neyi bekliyoruz?
Başka bir vesayetin kurulmasını mı?
Başbakan’a yakın duran gazetenin yazdığı doğruysa..
Gezi’de neler olmuş neler..
Meğerse olaylar çığırından çıksın diye.. Dünyaya facia görüntüsü verilsin diye.. İnsanlar isyan etsin diye tezgah kurulmuş..
Altını çiziyorum..
Haber doğruysa, üretilmiş değilse..
Kırmızı elbiseli kadının yüzüne gaz sıkan polis bunu kasıtlı yapmış.. Orada beraber görev yaptığı polisler ‘tanımıyoruz, bizim arkadaşlardan değil’ demiş..
Vay, vay, vay..
Başbakan diyor ki, paralel yapıyla gelin birlikte uğraşalım..
Tamam uğraşalım da..
Ben nerden bileyim ki..
Bizlerin yıllardır hayatını karartan, hayatımızı takip eden..
Paralel devlet miydi?
Asıl devlet miydi?
*
Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkıyor, yasa devleti olmaya gidiyor..
İktidar artık yasalarla istediği gibi oynuyor..
İnternet mi işine gelmiyor.. Sosyal medyadan mı rahatsız..
Torba yasaya iki üç maddelik değişiklik at, olsun bitsin..
Olsun bitsin de hukuka uygun mu? Demokrasiyle bağdaşır mı?
Valla, bu aralar iktidarın pek umurunda değil.. Yeter ki kendine hizmet etsin, yeter ki kendini korusun kollasın, yeter ki gücünü hakimiyetini pekiştirsin..
İnternet sansürü Cumhurbaşkanı’nın önünde.. Belli ki imzalamaya eli gitmiyor.. Belli ki aklına yatmıyor..
Kabataş’ta türbanlı anneye saldırı iddiası konusunda çok kalem oynattım.. Çok soru sordum.. Çok yazı yazdım..
Mesele yeniden gündeme geldi ama benim için konu temmuz ayında kapanmıştı..
Tartışma bitmişti..
70-100 deri eldivenli, üstü çıplak bir grubun türbanlı kadına saldırması, bayıltması, üç dört kişinin üstüne idrarlarını yapması, bebeğini 3-4 metre öteye atması fanteziydi..
Gezi eylemcilerini itibarsızlaştırmak için kurgulanmış senaryoydu..
Fanteziydi ama kimin fantezisi!..
Saldırıya uğradığını söyleyen annenin mi?
17 Aralık’tan sonra yeni bir anlayış başladı.. Ya hiç yaşanmamış gibi davranıyorlar ya da ilk defa olmuş muamelesi yapıyorlar..
Hafızalarının bir bölümünü silmişler anlaşılan..
Geçmişte olanları, yazdıklarını çizdiklerini unutmuşlar!..
*
En barizi yolsuzluk ve rüşvet meselesinde aldıkları tavır.. Böyle bir iddia yokmuş, evlerde paralar bulunmamış, insanlar tutuklanmamış gibi kalem oynatıyorlar..
Bakanlar hakkındaki fezlekeleri yok sayıyorlar, tapeleri görmezden geliyorlar..
Misyon gazeteciliği dedikleri bu olsa gerek..
Geçen yılın bu günlerini düşünün.. Türkiye neyle uğraşıyordu? Siyasetin gündeminde ne vardı? Şimdi ne var?
Geçen yıl Başbakan’ın cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu.. İktidar partisi, Başbakan’ın cumhurbaşkanı olması kesmez, başkan olmalı diye bastırıyordu..
Burhan Kuzu gibi isimler ‘klasik başkanlık’ yetmez, ‘Obama gibi zavallı olmasın, yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi de olsun’ diye tutturuyordu..
Yani..
Tek imzayla yasa..
Yaz kızım yasası..
Kısaca; ‘Başkanbaba’ istiyorlardı..
Başbakan hafta sonu rüşvetin tanımını yapmıştı.. El Cezire’ye verdiği demeçte yolsuzluktan ne anladığını açıklamış..
Rüşvet sivil ile memurun iş tutmasıymış..
Yolsuzluk ise devletin kasasının soyulup soyulmadığıyla ilgili meseleymiş..
Söylediği aynen şu..
‘Ayakkabı kutusu için de söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para değildir.’
Peki nedir?
İmam hatip yaptırma parası değil herhalde?