Geçen cuma Londra Caz Festivali kapsamında Southbank Center’daki Air Anatolia konserine gidildi. Gidildi diyorum, gittim demiyorum.
Çünkü ve muhtemelen ve gördüğüm kadarıyla (kesin bilgi değil), Londra’ya son yıllarda göçmüş bütün Türkler bu konserdeydi.
O yüzden “gidildi”.
“Gidelim bir görelim bakalım kaç kişiyiz” etkinliğiymişçesine SouthBank Center bizle doldu taştı. Her yerde, tuvaletlerden kulislere, kahve kuyruğundan merdivenlere olası bütün köşelerde Ankara anlaşması, vize uzatması, “Sen oturumu aldın mı birader” ifadeleri havada uçuştu.
Bilmeyenler için söyleyeyim, Londra Türklerinin iki samimiyetten sonra hemen birbirine sorduğu temel sorular bunlar. “Merhaba, memnun oldum, oturumu aldın mı?” Kimsenin bugüne kadar “Bunlar özel bilgi kardeşim, size ne” dediğini de duymadım. Biz Londra Türklerinin (Berlin ya da Paris gibi başka memleketlerin Türklerini bilmem) tarzı bu.
Elbette müzik de vardı işin içinde. Neticede bu bir konser.
Air Anatolia projesi, Londra Caz Festivali’nin en ilginç, en renkli olması beklenen ve takip ettiğim kadarıyla buradaki pek çok yayında hararetle önerilen konserleri arasındaydı. Nasıl olmasın? Kimler yoktu ki projede. Cahit Berkay, Okay Temiz, Melike Şahin, Ahmet Güvenç, VEYasin, Murat Ertel ve bu müziğe gönül vermiş emek harcamış eski ve yeni isimler.
Sistem olarak sahnede sabit bir orkestrayla beraber sırayla çıkıp eşlik eden solistlerin performanslarını sergilediği bir düzen düşünülmüş. Çok da güzel işledi. Bize özgü Anadolu Rock müziğinin retrospektif bir sunumu gibiydi. Elbette olabildiği kadar. Yani bütün bir türün temel taşlarını bir konserde bir araya getirmek mümkün değil. Mükemmel değil ama güzel bir seçki sunuldu.
Performansları tek tek anlatmayacağım ama şunu söyleyebilirim, salondaki sınırlı sayıdaki Türk olmayan konuk, en az Türk konuklar kadar, belki daha fazla keyif aldı. Bir defa herkes her şarkıya eşlik ettiğinden ve herkes fena halde ülkesini özlediğinden yoğun bir duygu bulutunun salonda dolaştığı çok barizdi. Sahneden gelen her nota ve vokale misliyle karşılık verildi. Bulut şiştikçe şişti. Murat Ertel’in performansı sırasında biriken duygusal yükün zirve yapması sonucu seri halaylar başladı.
Sahnenin önü düğün yeri gibi oldu. Konserin renkli geçmesi bekleniyordu, rengârenk geçti diyebilirim. Bir ara salonun yarısı Murat Ertel’in önünde halay çekiyor, Doğu Londralı hipster Türkler, Kuzey Londra’nın çeşitli bölgelerinden daha geleneksel Türkler, Chelsea-Kensington Türkleri, Richmond’ın hayattan izole Türkleri, İstanbul’dan henüz gelmiş ve turistliği üzerlerinden daha atamamış sokakta her gördüğü şeyi keşif sanan yeni göçmen Türkler, İngiliz Anadolu Rock hayranları (onlar için adı Psychedelic Turkish music) hepsi halayda buluştu. Bu kimlikler mozaiğini tepedeki localardan sadece kafa sallayarak keyifle izleyen (ve galiba fena halde anlamaya çalışan) İngiliz caz müzik dinleyicisi de vardı ve keyifleri yerinde görünüyordu.
Pizza yemeye gidip kendini bir Baba filmi sahnesinde bulan turistler gibi, Londra’nın müzikseverleri de caz konserine gittiklerini sanarak geldikleri SouthBank Center’da, bir çeşit geniş spektrumlu Türk düğününe tanık oldular. Sıradan bir Londra caz dinleyicisinin her zaman karşısına çıkmayacak bir ortam. Çıkışta bütün yüzlerin gülmesinin nedeni buydu herhalde. Belki de bir geceliğine de olsa bir yerde çoğunlukta olmanın verdiği rahatlık ve konfordu. Belki hepsi.
Evet, galiba hepsi.