Mor ve ötesi önceki gün Lon-dra’daydı. Şarkılar depremzedeler için söylendi. Jubilee Line’ın doğu ucuna doğru son duraklardan North Greenwich’te inip yeryüzüne çıktığınızda (ve hemen geriye dönüp yürümeye başladığınızda) karşınızda O2 konser ve eğlence kompleksi çıkacak. İrili ufaklı salonların bulunduğu, yeme içme mekânlarının konser kitlesine gel gel yaparcasına ışıl ışıl parladığı bu canlı müzik AVM’si (sanırım bu en doğru tanım) günümüz müzik endüstrisinin de geldiği noktanın bir boyutunu gösteriyor: Ye, iç, konser izle (ama mutlaka ye ve iç, tüket). Hatta istersen modern konutlardaki 1+1’lerde, 2+1’lerde otur. İhtiyacın olan her şeyi bir arada sunduk. Konserin alışveriş kültürüne eklemlenmesinde son nokta. Belediye toplu taşımayı da halletti neredeyse konser salonunun içine çıkıyorsun daha ne istiyorsun?
Bunları bir ara daha detaylı anlatırım bugün konumuz bu değil. Ben O2’nun içinde yaklaşık 1000 kişilik Indigo at The O2 adlı salona mor ve ötesi’ni izlemeye gidiyorum. Gidiyoruz. Etrafım metrodan başlayarak Türk dolu. Sanki İstanbul’da konsere gidiyoruz. Bir an için Jubilee Line, Şişli-Levent arasında hareket eden bir metro vagonuna dönüştü. Evden uzak olanlara güzel bir his.
mor ve ötesi, programdaki gibi 20.30’da sahneye çıktı. “Güneşi Beklerken” albümünden “Tamiri Mümkün Kalbimin”le girildi. “Melekler Ölmez”le devam edildi. Elbette bu şarkıların her birini Harun (Tekin) gecenin anlatısına uygun olarak sıralamıştı. Turkey Mozaik Foundation aracılığıyla depremzedelere yardım toplanan bir etkinlikti bu konser. Dolayısıyla depremde yitirilen canları anarak başladık. Başladık diyorum, mor ve ötesi konseri ustaca bir anma, hatırlama, farkına varma ve harekete geçme etkinliği olarak kurgulamıştı. Harun sahnede şarkı söylemenin iyi geldiğini anlatırken “Şarkı söyleye söyleye iyileşeceğiz” derken işte sayfalar dolusu metnin anlatamayacağını özetlemişti. Sanatçı olmak bunu gerektirir çünkü. Biz sayfalarca yazarız, sanatçı iki satırda özetler. Neyi mi? Felaketlerde her defasında müzisyenlerin susturulmasının anlamsızlığını. İşte müziği susturmak bu kadar anlamsız. 23 Mart gecesi Londra’da insanlar müzikle depremzedeleri andı, yardım topladı, büyük bir duygu birliği yaşandı. Kimsenin bunu insanların elinden almaya hakkı yok. Evet, şarkı söyleye söyleye iyileşeceğiz.
Gelirin tamamı depremzedelere
“Dünyaya Bedel” söylenirken grup çıkıştaki CD ve tişörtlerden gelen gelirin tamamının depremzedelere gideceğini anlattı. “Lütfen her şeyi satın alın, raflarda bir şey kalmasın” denildi. Salonun dört bir yanındaki dijital ekranlardan da temassız işlem yaparak depremzedelere bağış mümkündü. Bu da hatırlatıldı. Konser gelirlerinin ve hasılatın bir bölümüyle kapıdaki ‘merch’ satışından gelen gelirin tamamının Turkey Mozaik Foundation üzerinden depremzedelere gideceği belirtildi.
Yılbaşından beri ilk kez sahneye çıktıklarını söyledi Harun. Londra’da olmaktan çok mutlu görünüyordu ekip. Şarkı aralarında bunu hep hatırlattılar seyirciye. Yurt dışında herhâlde dayanışma hisleri daha bir farklı oluyor. “25 yıldır şarkılar söylüyoruz, sizin sayenizde bunu yapabiliyoruz. Dünyanın en şanslı insanlarıyız.”
“Cambaz” çalınırken yeni bir ev kurmak mümkün dedi Harun. Salon destek verdi. “Forsa” ve “Sultan-ı Yegâh”, “Bir Derdim Var” konserin yüksek noktaları oldu.
Londra’nın yağmurlu atmosferinde güzel bir ara güneş gibiydi mor ve ötesi. Londra’ya tekrar geleceklerine neredeyse emin oldum. Yeme içmecilerin arasından metroya doğru yürüdüm. Yağmurda ıslanan ensemi korumak için yakalarımı kaldırdım, kalabalığa karıştım.