Soho’nun en canlı sokaklarından Dean Street, bir dönem Karl Marx’a da ev sahipliği yapmış. Das Kapital’in bir bölümünün burada yazıldığı biliniyor. Bu daracık sokaktaki dar girişli apartmanın üçüncü katında mütevazı iki odadan söz ediyoruz.
Ev dediğimiz bu. Zaten Londra’nın merkezinde bu durum değişmiş de değil. 1800’lerin sonunda da 2023’te de Londra’da standart ev demek 60 metrekarelik iki oda demek.
Londra’daki eski eşya ve antika satıcılarını dolaşınca insan resmen minyatür denebilecek sandalye, masa ve koltuklarla karşılaşır. Bunun nedeni işte bu daracık yerlere sığışmak. Türkiye’mizdeki ferüferahlık burada yok. İngiliz yaşam tarzının nasıl ve neden evlerde değil de pub’larda yoğunlaştığını, Londralıların neden hep dışarıda yemek yediğini, eşi dostuyla kafede, pub’da, restoranda buluştuğunu da açıklıyor bu gerçek. Evler çok küçük, girip yatmalık. Oturmaya gitmelik değil. Marx işte bu ortamda Das Kapital’i yazmış bu sokakta. Bugün gündüzleri ellerinde telefonlar, evinin duvarındaki bilgilendirici mavi plakanın fotoğrafını çeken turistleri görebilirsiniz. Deyip konuya ışınlanıyorum.
Geceleri bambaşka bir âlem Dean Street, kimse Marx’ı, Kapital’i görmez, çünkü burası 90’lı, 2000’li yılların Beyoğlu’su gibi curcunanın, her türlü kulübün, barın, restoranın, sabaha kadar açık büfenin (Londra’da az bulunan bir şey) ve türlü aşırılıkların (Londra’da bayağı bulunan bir şey) mekânı.
İşte bu gece hayatı kaosunun yaşandığı Dean Street’in, Soho Meydanı’na (Soho Square) yakın kısmında bir PizzaExpress yer alıyor. Bilmeyenler için açıklayayım, 1965’te kurulan PizzaExpress’lerin bugün Birleşik Krallık’ta 370 şubesi var.
Yani bir tür pizzanın McDonald’s’ı. Öyle lüks bir yer falan hayal etmeyin. Normal bir pizzacı. Bu Soho PizzaExpress’in bir özelliği var ama. Restoranın giriş kapısının yanındaki kapıdan aşağıya doğru merdivenleri indiğinizde bodrum katta sizi bir caz kulübü bekliyor. Burada haftanın neredeyse her günü program var. 1976’dan beri burası caz kulübü olarak yoluna devam ediyor.
Pek çok ünlü müzisyenin, ustanın, genç yeteneğin yolunun buradan geçmiş ve geçmekte olduğuna inanmak ilk bakışta güç. Fikir vermek için isim sayalım. Gregory Porter, Diana Krall, Norah Jones, Brad Mehldau, Amy Winehouse, Van Morrison, Sting, Jamie Cullum, Charlie Watts, Jacob Collier, Nigel Kennedy…
Pizza Express’in Chelsea ve Holborn’da iki mekânı daha var. Bu mekânlarda yılda toplam 1500 performans sergileniyor. Her şey zincirin kurucusu Peter Boizot’nun caz merakıyla başlıyor. 1960’lardan itibaren restoranlarında caza nasıl alan açacağını hesaplayıp durmuş Boizot. Sonunda işte bu mekânlar caz kulübüne dönüşmüş ve caz müziğine önemli bir katkı sağlamış.
Şimdi PizzaExpress kulüplere ek olarak bir de “label” kurdu. Caz müzisyenlerine yatırım yapmak, müziklerini yayınlamak, yaymak için birinci elden harekete geçme kararı aldı. PX adını alacak şirket hem yeni isimlere alan açmayı hedefliyor hem de müziğin usta isimlerinin yeni kayıtlarını yayınlayacak. Öte yandan, asıl ilginci, 1965’ten bu yana kulüplerde yer almış canlı performanslar arasından bir seçki yapılacak ve bu kayıtlar dinleyiciye ulaştırılacak.
Pizza ve cazı bir araya getiren konsept 60 yıldır başarıyla devam ediyor. Hatta 60 yıl sonra daha da genişliyor, yeni bir düzeye çıkıyor. Caz ve pizza eşleşmesine benzer neler olabilir bir düşünelim. Rock ve hamburger? Halk müziği ve gözleme? Sanat müziği ve meze? Üçüncü nesil kahvecilik ve indie?
Türkiye’deki muhtelif müzik sahneleri ve mekânlar için ilham verici bir model.