Pek çok tanıdığım, aile dostum, arkadaşım, deprem çantasını hazırladı, eğer tavan üzerine yıkılırsa ya da duvar üzerine devrilirse evin içinde hangi masanın altına girecek, nasıl canını kurtaracak onu prova ediyor. İyi değiliz.
“Geceleri uyumak giderek zorlaştı” dedi bir tanıdık. Elbette her gün ekranlarda tanık olunan acının yükü bu. Herkesin bir akrabası, tanıdığı bölgede. Herkesin aklı fikri elbette deprem bölgesinde, hayata tutunmaya çalışan cesur insanlarda. Ama İstanbul’da beklenen depremin endişesi de kendini artık göstermeye başladı.
İstanbul depremi, evet, yıllardır bekleniyor. Yeni değil. Daha önce 1999’da tecrübe de edildi, yaşandı ve eğer gerçekten İstanbul merkezli büyük bir deprem olursa neler olabileceğine dair herkesin bir fikri oluştu. Hepimiz gördük, hepimiz yaşadık, hepimiz biliyoruz. Ama 24 yıldır halı altına süpürüyoruz. Gerçekler artık daha fazla saklı kalamadı, geçen hafta Kahramanmaraş ve Adıyaman depremleriyle yeniden su yüzüne çıktı. İstanbul depreme nasıl hazır olacak?
Depreme uygun bir yapılanma devrimi ve seferberliği olması gerektiği neredeyse herkesin hemfikir olduğu bir konu. Ama bunun nasıl, hangi süreçte yapılacağı ve bedelinin ne olacağı hâlâ belirsiz.
İnsanlar oturdukları binaların sağlam olup olmadığını çoğunlukla bilmiyor. Hatta insanların büyük kısmı bunu bilmek de istemiyor, çünkü eğer bina çürük çıkarsa ne yapmaları gerektiği konusunda bilgisizler. Her kafadan bir ses çıkıyor. Ayrıca insanların büyük kısmının bu konuda gerekeni yapmaya maddi imkânı da yok. Olası masrafları karşılayacak durumda değiller.
Zaten yükselen kiralar altında eziliyorlar. Evleri ya akrabaları ya da ev arkadaşlarıyla paylaşıyorlar. İnsanlara depreme dayanıklı evde oturun demekle bitmiyor ki. Nasıl olacak o, çıkıp tane tane anlatmak lazım.
Hastalığın bütün belirtilerini gösteren ama gerçekleri duymaya hazır olmadığından doktora bir türlü gitmeyen insanların psikolojisine benzer bir psikoloji İstanbul’unki.
En zengin, varlıklı kesim için bile böyle bir süreç, inanılmaz zahmetli ve pahalı olacak. Üstelik garantisi de yok. Güçlendirilmiş ya da deprem yönetmeliğine göre yapılmış bazı binaların da son depremde çöktüğü / çökebileceği anlaşılınca bu sisteme inanç da erozyona uğradı. Çünkü insanlar, ülkede herhangi bir konuda herhangi bir işin kuralına göre, olması gerektiği gibi yapıldığı / yapılacağı konusundaki inançlarını son depremin ardından yitirmek üzereler.
Diyelim evin sağlam, ama deprem seni nerede yakalayacak belli değil ki. O yüzden bireysel çözümler yeterli değil. Herkesin evi sağlam olmalı ki hepimiz güvende olalım. Ben yaptım kurtuldum, gerisi beni ilgilendirmez diyebileceğimiz bir durum değil deprem.
İş yerlerimiz, okullar, her gün uğradığımız kurumlar, kamu alanları da sağlam ve depreme dayanıklı olmalı ki hepimiz güvende hissedelim.
Bu sefer neler değişecek, neler düzelecek, neler aynı kalacak bilmiyoruz. Böyle gelmiş böyle mi gidecek, yoksa deprem kader olmaktan çıkacak mı hep birlikte göreceğiz. Kesin olan şu: Eğer hepimiz güvende değilsek, hiçbirimiz güvende değiliz.
Ya hepimiz, ya hiçbirimiz.