70’li yıllarda jean, yani kot dünyada genç kuşaklar arasında yaygınlaşınca bir sürü kelam edilmiş, yazılar yazılmış, bu yeni gençliğe özgü zevksizliğin (!) nedenleri araştırılmıştır. Fakir fukaranın, dar gelirlinin, sonra da ne moda olsa üzerine atlayan burjuva ve üst sınıfların, dolayısıyla insanlığın temel giysisi olmadan önce bir sürü insan elbette yerip durmuştur kotu. “İşçi kıyafetiyle dolaşmak ne zaman moda oldu, başımıza taş yağacak” temalı yazılar, muhabbetler arşivlerde bolca var. Hâlâ bazı evlerde “Oğlum kot giyme, düzgün bi’ şey giy” diyen birileri de vardır, eminim.
Umberto Eco’nun şahane bir denemesi vardır bu konuda. Bir butikte kot pantolon denemeye gider ve normal kumaş pantolonla kot arasındaki farklara odaklanır. Sanırım üstadın ilk kotunu alma macerasıdır bu. Bakın Eco’nun muhtemelen 70’lerde kaleme aldığı bu denemenin Can Yayınları’ndan çıkan “Günlük Yaşamdan Sanata” adlı derlemede yer alan tercümesinden alıntılar şöyle:
“Böğür boşluğu bölgesine basınç yapmak ve belden sarkarak değil bedene yapışarak tutunmak kotun özelliğidir.”
“Bedenimin alt yarısında zırh varmış gibi geliyordu.
Hareketlerimin, yürüyüş, dönüş, oturuş, adım atış tarzımın değiştiğini fark ettim. Sonuçta ben üzerimde blucin olduğunu bilerek yaşıyordum, oysa genel olarak insan üzerinde külot ya da pantolon olduğunu unutarak yaşar. Blucinim için yaşıyor, bunun sonucu olarak da blucin giyen kişinin davranış biçimine ayak uyduruyordum. Victoria dönemi burjuvası sert yakalar yüzünden katı ve ölçülüydü. 19. yüzyıl soylusunun mesafeli tutumunda bedeni saran redingotların, çizmelerin, başın ani hareketlerini engelleyen silindir şapkaların belirleyici rolü vardı. Viyana ekvatorda olup, Viyanalı burjuvalar bermuda pantolonla dolaşsaydı Freud aynı nefrotik belirtileri, aynı Oedipus üçgenlerini betimlemek durumunda kalır mıydı acaba? Hayalarınızı sıkan bir giysi farklı biçimde düşünmenize yol açar.”
Tarihteki kadın giysilerine ve erkekler tarafından şekillendirilmiş kadın “tasarımı”na bakmak da giysiler ve davranış arasındaki ilişkiyi yakalamakta yardımcı olur. Kadınların giymek zorunda kaldığı şeyler konulu apayrı bir mesele var, evet farkındayım.
Günümüzde eşofman gerçeği var. Artık yaşlılar dışında kimse mecbur değilse pantolon giymiyor. Pantolon yerine eşofman, jogging kıyafetleri, şortlar ve taytlar var. Pandemiyle birlikte bu uygulama son iki yılda büyük bir hızla yaygınlaştı.
Nick Hornby’nin son romanı “Just Like You”da (“Senin Gibi”, Sel Yayınları, çev: Deniz Keskin) dikkatimi çeken konulardan biriydi. Romanda 20’lerinde genç bir adamla, 40’larında orta yaşlı bir kadının ilişkisi var. Pek çok mesele bu ilişki çerçevesinde kurcalanıyor. Eşofman meselesi burada da dikkatimi çekti. Adam her zaman eşofmanlı. Pandemi öncesi yazılmasına rağmen bugünkü durumu güzel ifade eden bir örnek.
Fakat geçenlerde okuduğum bir yazı acı gerçeği ifşa ediyor. Eşofmancılara kötü haber: Yakında ev rahatlığı, spor ayakkabılar, spor giyim falan yavaş yavaş yerini klasik giyim kuşama bırakacakmış. Bu elbette bir bütünün parçalarından biri. Neredeyse bütün büyük firmaların artık çalışanlarını ofise çağırmaları da yakında rüzgârın değişeceğini işaret etmekte. Pandemi rehavetinin sonuna ufak ufak geldik. Yeni dünya şöyle olacak, böyle olacak, herkes uzaktan çalışacak, ofis olmayacak falan denirken, hızla değişen gündem gene bize feyk attı sizin anlayacağınız.