Yeni Amy Winehouse biyografisinin çekimleri geçen hafta başladı. Bunu fırsat bilerek Winehouse’un hayatının büyük bölümünün geçtiği Camden’da bir yürüyüş yaptım.
Sam Taylor-Johnson’ın Amy Winehouse biyografisi “Back To Black” Londra’da geçen hafta çekilmeye başlandı. Winehouse’u canlandıracak oyuncu Marisa Abela’nın Amy Winehouse gibi giyinip kuşanmış fotoğrafları basında kendine hayli yer bulurken çekimlerden gelen bir-iki kareden hareketle dahi tartışmalar başladı.
Amy Winehouse, İngiltere’de hassas bir mesele. Çok seviliyor ve hayatının olaylı geçen özellikle son bir-iki yılı hakkındaki ileri geri yorumlar tepki uyandırıyor. Herkes alkolle ve uyuşturucularla ilişkisini, inişli-çıkışlı aşk hayatını biliyor elbette. Winehouse her şeyini gözler önünde yaşamış, şarkılarına da yaşadıklarını neredeyse birebir yansıtmıştı. Yani aslında Winehouse’u magazinden değil, şarkı sözlerinden takip ettiğinizde daha yakından tanımış olursunuz. Onu anlatan bir biyografinin de bu gerçeği biliyor olması gerekir diye düşünülüyor.
Yeni biyografinin Amy’nin zor zamanlarını ballandırarak anlatacağına dair gördüğüm kadarıyla basında görüş birliği var. Yapılan açıklamaya göre film, Winehouse’un Kuzey Londra’dan şöhrete giden yolu merkeze alınacak. Ancak filmin çizdiği Winehouse portresi şimdiden karikatürize ve sığ bulundu.
Bu filmden henüz sadece bir kare sızdı. İnsanların görmedikleri bir film hakkında tek kare fotoğrafa bakarak Winehouse’u korumak için nasıl tırnaklarını çıkardıklarını görebiliyorum.
Mütevazı bir ev
Amy Winehouse, Enfieldli bir taksi şoförünün kızı. Yahudi aile göçmenlerin yoğun olduğu Londra’nın kuzeyindeki Southgate civarında yaşıyor ve Amy de burada büyüyor. Bu bölge Türklerin de yoğun yaşadığı hatta bugün Türk mahallesi olarak bilinen bir yer. Piccadilly hattının en uç duraklarından Southgate’te inip sağlı sollu dükkânların bulunduğu ana caddenin paralelindeki arka sokaklara geçerseniz, iki katlı sıra sıra birbirinin tıpatıp aynı gibi görünen evler sonsuza doğru uzayıp gider. Orta gelirli mütevazı ailelerin yaşadığı, sessiz, sakin sokaklar, okullar, kiliseler... Londra’nın çoğu dış mahallesi gibi. Çocuk büyütmek için uygun ancak içinde azıcık merak ve macera ruhu olan her çocuğun büyüyünce sıkılacağı ve kaçmak isteyeceği mahallelerden.
Winehouse da yıllar içinde kuzeyden daha güneye inerek Camden’ı kendine mekân edindi. Camden çok büyük bir ilçe, daha net konuşursak Camden Town’da takıldı Winehouse. Londra’nın merkezine yakın Kuzey Batı’sında köklü müzik geçmişi ve alternatif kültürün merkezi olmasıyla bilinen bir semt. Rock, punk, metal başta pek çok alternatif müzik türünün yeşerdiği, adını bildiğiniz neredeyse bütün Brit gruplarının yolunun düştüğü, eski günlerini hafiften arasa da öneminden bir şey kaybetmemiş bir semt. Rock’çılar, metalciler, dönerciler, punk’lar, piercing’ciler, dünyanın her yerinden turistler, hepsi burada bir arada. Dev bir kalabalık ve insan topu. Burayı ayrıca bir yazıda size detaylı anlatmak isterim.
Amy Winehouse’un Camden evreninin merkezi, eviydi. 30, Camden Square adresindeki bu ev Londra’da belki yüzbinlercesi bulunan Victoria dönemi evlerinden biri. Son derece mütevazı bir konut. Karşısında bir park ve çevresinde İşçi Partisi döneminde inşa edilmiş toplu konutlar çoğunlukta. Bir yana yürürseniz Euston ve King’s Cross’a, diğer yana yürüdüğünüzde Camden’ın merkezine ulaşacağınız bir nokta. Bir dünya starına göre çok mütevazı bir yer.
Winehouse, Camden’daki zamanını evi dışında sevdiği ve sahnelerinde çalarak ünlendiği pub’larda geçirmeyi seviyordu. Camden pub’ları sadece pub değil. Çoğunun ya alt ya da üst katında bir sahne bulunur. Bu sahnelerden kimlerin yolunun geçtiğini de bir gün anlatırım. Amy Winehouse, The Hawley Arms’ı seviyordu. Kate Moss’tan Mark Ronson’a bir dönem alternatif camianın uğrak yeri olan bu pub’ın yan duvarında bugün kocaman bir Amy Winehouse duvar resmi bulunuyor. Pub hâlâ açık ve eğer giderseniz hâlâ Amy’nin en sevdiği kokteyli (Rickstasy) içebilirsiniz.
Dublin Castle ikinci adresiydi
Dublin Castle bir diğer önemli pub. The Hawley Arms’a yürüme mesafesinde. Bu alçak tavanlı, ufacık sahneli mekân bana eski Beyoğlu’ndaki basık, havasız, hayat dolu barlarımızı hatırlatıyor her seferinde. Ara sıra uğrayıp tanımadığınız insanlarla havadan sudan konuşabileceği mükemmel bir nokta.
Winehouse’un bu neredeyse 50 metrekarelik alanda (sahne de dahil) çaldığını hayal edemiyorum. Daha doğrusu ediyorum ve heyecan basıyor. Dublin Castle, ‘70’lerde Madness’ın düzenli çaldığı yer. Sonradan Blur, Oasis, Arctic Monkeys dahil bir sürü grup erken dönemlerinde bu ufacık sahnede yer aldı. Winehouse bir dönem burada sadece çalmadı, neredeyse yaşadı.
Camden’da yürüdüğünüzde Winehouse’un izini her yerde görebilirsiniz. Neredeyse her mağazada resmi, her duvarda stensil’i, Camden Market’ın içinde heykeli var. Öleli 12 yıl oldu ama ruhu Camden’da dolanmakta. Ben de kulaklıkları taktım, “Back To Black”i ateşledim ve yağmurlu ve buz gibi bir Londra gününde Camden kalabalığına karıştım. Yolunuz düşerse birkaç saatinizi ayırıp aynısını yapmanızı tavsiye ederim.