Netflix 1 milyon kullanıcıya üç buçuk yılda ulaşmış. Twitter iki yılda. Facebook 10 ayda. Spotify 5 ayda. Instagram 3 ayda. ChatGPT 5 günde.
Doğal olarak ne bu ChatGPT diye baktım. Önce içinde olduğum Whatsapp gruplarını araştırdım. Bakalım sıkıcı diye üzerinden atlayıp geçtiğim mevzulardan biri mi bu diye. Ya da belki sessize aldığım gruplardan birinde konuşulmuştur. Ne de olsa günümüz insanının bilgiyi ilk aldığı yer ne haber siteleri ne sosyal medya. Önce Whatsapp. Evet işte haklı çıktım. Bizim kankalar daha lansmanı yapıldığı an atlamışlar üzerine projenin.
ChatGPT, OpenAI firması tarafından geliştirilen bir sohbet yazılımı. Chatbot. Yapay zekâyla muhabbet ediyorsunuz. İnsanlar muhabbete aç olmalı ki beş günde milyonu aştı kayıtlı sayısı. Ben de güncel gelişmelerden geri kalmamak için derhal üye oldum ve ChatGPT’yle muhabbet etmeye başladım.
Önce kolay yerlerden sordum. Mesela Milliyet nedir diye sordum. Sahibine kadar yanıtımı aldım. Evet, Milliyet 1950’de kurulmuş, Türkiye’nin en etkili gazetelerinden biridir. Batılı değerler ve
Yılın o vakti geldi. Her yerde listeler. Yılın en iyi kitapları. Yılın en iyi albümleri. Yılın en iyi filmleri. Artık, yılın podcastler’i. Bayılıyorum listelere ama itiraf etmeliyim, son yıllarda müzikte “en iyi” listeleri yapmak giderek tatsızlaştı, anlamsızlaştı. Çünkü albüm dinleyen kalmadı. Hit şarkı uzunluğunun bir küsür dakikalara indiği, Tik Tok’a özel 40 saniyelik formatlar üretilen bir dönemdeyiz.
İtiraf edin, en son ne zaman bir albüm dinlediniz? En son ne zaman bir albüm dinleyen biriyle konuştunuz?
“Ben dinlemedim ama bizim arkadaşlar deli gibi dinliyor.” Böyle bir cümle bile imkânsıza yakın. 2022 itibarıyla albümler dinlemek için değil, sene sonunda listesini yapmak için çıkıyor. Bunu da tarihe not olarak düşelim. Müzik dinleme eylemi günümüzde biz bir şeyler yaparken “arka planda karışık bişeyler çalması”ndan ibaret. Bazen “multitask”ın abartıldığını düşünüyorum. Aynı anda bir sürü şeyi yapıp hiçbirinden bir şey anlamamak çağdaş bir
Meghan ve Harry’nin dünyanın en lüzumsuz iki insanı olduğu fikri bu kadar net ifade edilmese de hayli yaygın bir algı olmaya başladı İngiltere’de. Yapma mağduriyetleri, özenle planlanmış doğallıkları, her adımı PR faaliyeti hayatları giderek daha az “relevant” olmaya başladı. “Relevant” İngilizcede “konuyla alakalı” demek. Yani gündemle, İngiltere’yle, dünyayla, gerçek hayatla alakasını kaybetti bu ikili. Görenin “Pardon da bana ne” dediği şey. “Kelalaka”.
Kelalakalık, Harry’nin “Spare” adlı kitabı ve yeni bir belgeselle de taçlandırılmış durumda. Bu, kraliyet ailesinin asil üyesi olmak ve saygı görmek için yırtınan ama bir yandan da kraliyetin getirip mensuplarının sırtına yüklediği görevlerden muaf olmak için resmi görevlerinden 2020’de istifa etmiş çiftin, ilgi çekmek dışında tam olarak ne istediği, her PR adımında daha da anlaşılmaz oluyor. İşte bakın kitap çıktı, belgesel çekildi. Kimse hâlâ bir şey anlamıyor. “Sizin olayınız ne arkadaşım?”
Hayat
Londra’da 14 bin 600 taksi var. İstanbul’daki toplam taksi sayısı 17 bin 395. Londra’da 616 kişiye bir taksi düşüyor. İstanbul’da 919 kişiye bir taksi düşüyor. Londra’da, bizim sarı taksinin karşılığı olan siyah taksilere ek olarak Uber de var. 45 bin Uber sürücüsü taksilere ek olarak çalışıyor. İstanbul’da böyle bir hizmet yok.
Şimdi İstanbul’a 2125 yeni taksi geliyor. Toplam sayı 19.520 olacak. 819 kişiye bir taksi düşecek. Yani hâlâ taksi sayısı çok az olacak. Hâlâ sorun çözülmeyecek ama en azından doğru yönde bir adım atılmış olacak. Belki insanların taksi sayısının azlığı yüzünden sefil olmasının azıcık da olsa önüne geçilecek.
İstanbul’un Londra’daki ulaşım standardına ulaşması için toplam 26 bin taksiye ihtiyacı var. Bunun yanında Uber’e de ihtiyacı var. Londra gibi toplu taşımasını çok önce çözmüş, metrosu, yer üstü ve yer altı raylı sistemleri, trenleri, otobüsleri her yönde çalışan, her mahallesine, her
İngiltere Rekabet ve Piyasalar Kurumu (CMA) tarafından hazırlanan streaming raporu, müzik sektöründe geçen haftanın en fazla konuşulan ve tartışılan konularından biriydi. Konu stream olunca herkes birbirini tebrik edip müziği nasıl kurtardığından bahsetmeyi sevse de, ve bu kısmen doğru olsa da, raporda acı gerçekler var. Kurtarırken fena dağıtmış olabiliriz müziği.
Rapor Birleşik Krallık’la ilgili ama bu ülke dünya müziğinin en büyük bir iki merkezinden biri olduğundan genel durumu yansıtması açısından önemli bulduğumdan detaya girmeye karar verdim.
Rapora göre 2014’te 200 bin sanatçı stream platformlarında yer alırken bugün bu sayı ikiye katlanarak 400 bine ulaşmış. Sayı artmış, gelir artmış ancak gelir dağılımında problem var. Günümüzde streamden elde edilen bütün gelirlerin yüzde 60’ını bütün sanatçıların yüzde 0.4’ü alıyor. Bu sanatçıların tamamı müzik endüstrisinin yaklaşık dörtte üçünü elinde tutan büyük firmaların altında yer alan hit sahibi belli
Avrupa Komisyonu gençlere Avrupa Birliği değerlerini aşılamak için uğraşıp didinip 387 bin euro harcayarak bir sanal âlem oluşturdu. Gençler tabii bayılacaklar işin içinde Metaverse, parti, avatar falan olunca. Yapalım bu işi demiş birileri. Diğerleri de kafa sallamış. Birbirlerini tebrik etmişler, bolca mail atmışlar, toplantılar, Zoom’lar yapılmış. 18-35 yaş arası bütün gençler davetliymiş.
Ortama geliyor, kendinize bir avatar seçiyorsunuz. Uzaylı böcek görünümündeki avatarınızla bilinmedik bir gezegende bir sahile ışınlanıp, muhteşem bir sahilde bitmeyen bir zevkusefa partisine katılıyorsunuz. Yeni avatarlarla yani yeni insanlarla tanışıyorsunuz. Bu Metaverse deneyimini kim yaşamak istemez?
387 bin euro’luk bütçe kullanılarak tasarlanan bu sanal ortamdaki partiye 6 kişi katılmış. Bunlar arasında elbette gazeteciler de var. Yani AB’nin hedeflediği gençlik kitlesini temsilen bir kişi belki vardır ya da yoktur.
Sanal âlemin en büyük fiyaskolarından biri olan bu parti acaba AB organizasyonunun başarısızlığının işareti mi yoksa Metaverse balonunun
70’li yıllarda jean, yani kot dünyada genç kuşaklar arasında yaygınlaşınca bir sürü kelam edilmiş, yazılar yazılmış, bu yeni gençliğe özgü zevksizliğin (!) nedenleri araştırılmıştır. Fakir fukaranın, dar gelirlinin, sonra da ne moda olsa üzerine atlayan burjuva ve üst sınıfların, dolayısıyla insanlığın temel giysisi olmadan önce bir sürü insan elbette yerip durmuştur kotu. “İşçi kıyafetiyle dolaşmak ne zaman moda oldu, başımıza taş yağacak” temalı yazılar, muhabbetler arşivlerde bolca var. Hâlâ bazı evlerde “Oğlum kot giyme, düzgün bi’ şey giy” diyen birileri de vardır, eminim.
Umberto Eco’nun şahane bir denemesi vardır bu konuda. Bir butikte kot pantolon denemeye gider ve normal kumaş pantolonla kot arasındaki farklara odaklanır. Sanırım üstadın ilk kotunu alma macerasıdır bu. Bakın Eco’nun muhtemelen 70’lerde kaleme aldığı bu denemenin Can Yayınları’ndan çıkan “Günlük Yaşamdan Sanata” adlı derlemede yer alan tercümesinden alıntılar şöyle:
“Böğür boşluğu bölgesine
Önceki hafta Canbay & Wolker, “Çubuklu” adında bir Fenerbahçe şarkısıyla çıkageldi. Şarkı ilk hafta beklendiği gibi trendlere girdi ama sonra takımlara yazılan diğer şarkılar gibi sadece taraftarların arasında kapalı devre kalmaya “meraklısına” kategorisinde yer almaya doğru devam etti. Canbay & Wolker’in beat’i melodisi zaten “bütün stat eller havaya”ya çok uygun. Makul ve adresi bulan bir çalışma olmuş.
Bu vesileyle dönüp şöyle bakalım rapçilerimiz takımlarını nasıl desteklemiş, kulüpler Rap şarkılarını nasıl sahiplenmiş. İrili ufaklı çok fazla şarkı var ve şu bir gerçek ki Türkçe Rap’in futbola ilgisi yeni değil. Elbette popülerleşen her sanatçı ya da tür bir şekilde futbolla yan yana geliyor. Kulüpler sanatçıların popülerliğini kullanarak taraftarlarını memnun etmek istiyor. Sanatçılar da elbette kulüp sevgisiyle coşuyor. Ama görülen o ki Türkçe Rap daha patlama yapmadan önce de futbolla ilgiliydi. Kulüpler de öncü