Bir süredir ekonomi dünyasında bir tartışma oluştu. Kimileri “yüksek faiz, düşük kur” politikası diye belirgin bir politika izlendiğini ve bunun çok hatalı olduğunu savunuyor.
Yani yüksek faiz sıcak parayı çekiyor, böylece kur düşüyor, ithalat ucuzluyor ve bollaşıyor, deniyor.
Bu teze karşı çıkan kimileri de cari açığın düşük kurdan değil, yüksek büyüme hızından kaynaklandığını savunuyor. Peki, bunun hangisi doğru?
Bize göre her iki tez de yanlış. Hem de kökten!
1) Sıcak para akımını cezbeden yüksek faizden çok, küresel likidite bolluğuydu. 2003-2006 arası para nereye gideceğini şaşırmış durumdaydı.
Kuru aşağıya iten etmenlerin en başında da bu bolluktu. Kaldı ki, o dönemde bol dış kredi ya da bol yabancı sermaye bu nedenle elde edildi.
2) 2003-2006 döneminde giren 99,3 milyar dolarlık sıcak paranın 57.2 milyar doları borsaya, 42.1 milyar doları da bonoya (yani TL’ye) yatırım yaptı.
Üstelik 2007 yılında borsaya 5.1 milyar dolar daha girerken, enflasyonist beklentiler olumsuz hale geldiğinden, bonodan 2.4 milyar dolarlık çıkış oldu. Yani sıcak para girişleri faize bağlanamaz.
3) Kur düşük kaldığı için ihracatın tökezlediği de doğru değildir. Çünkü 2002’den bu yana ihracat belirgin biçimde artmaktadır. 2003-2006 döneminde bu artış ortalama yüzde 23.3’tür. Bu da gösteriyor ki, kurun düşük kalmasının ihracat üstündeki etkisi sınırlı olmuş.
Düşük kur, yüksek faiz?
Bununla beraber, biz genel bir strateji olarak ihracatla büyümenin uzun dönemde ancak düşük döviz kuruyla elde edilebileceği tezini kabul ediyoruz.
Gelelim ithalattaki patlamanın nedenine. Gerçekten büyümenin de etkisiyle 2003 sonrası ithalat miktar olarak hızla arttı.
Fakat unutmayalım ki, ithalattaki faturanın asıl kabarma nedeni miktar artışı değil, küresel emtia fiyatların şişmesiydi.
Bu dönemde Türkiye’nin ithalatındaki miktar artışı yüzde 73. Ara mallarındaki artış yüzde 56, tüketim ve sermaye mallarında miktar artışı ise yüzde 117. Fakat aynı dönemde Türkiye’nin bu ithalata ödediği fiyatlardaki artış yüzde 98. Bu artış ara mallarında yüzde 135, tüketim mallarında ise yüzde 37 olmuş.
Küresel emtia fiyat şişmesi
Bunun da en belirgin örneği petrol fiyatları. Bakınız, 2003 yılında Türkiye’nin ham petrol ithalatı 24 milyon tondu. 2007 yılında ise 23 milyon tona düştü. Oysa 2003 yılında petrole ödenen para 4.8 milyar dolarken, 2007 yılında 11.8 milyar dolara çıktı.
Özetle, ithalatın patlama nedeni büyümeden çok fiyatların şişmesi oldu .
Çıkan bu tartışmada seyirciler haliyle iki zıt görüşten “biri haklı olmalı” diyor. Oysa her ikisinin de haklı yönleri olduğu gibi, hatalı yönleri de var.
Fakat biz Türkler taraf tutmayı severiz; ya Cimbomlu olacağız, ya da Fenerli. Siyah, ya da beyaz!
“Ne yapılması gerekirdi” sorusuna gelince. Dikkat edilirse, enerji fiyatları çok yükseldiğinde genellikle Türkiye ekonomisi krize giriyor. O zaman yapılması gereken de ortaya çıkıyor.
Türkiye tükettiği enerjiyi kendi kaynaklarından üretmek zorunda. İşte asıl gerçek de burada yatıyor.