Son on yıldır Türkiye’de düşün dünyası ile siyasal alanı ağır bir neoliberalizm bombardımanı altındaydı. Öylesine ki sol aydınların bile bir kesimi bunun baskısı altında taraf değiştirmek zorunda kaldı. İlginçtir, nasıl sigarayı bırakanlar son derece alerjik olur, solu bırakanlar da o denli husumet içinde sola saldırdı.
Türkiye’de neoliberallerin haklı bir tezi var. Çekici gelen de bu tez; ülkemizde demokrasinin yeterince sivilleşmemesi, özgürlüklerin yeterince yaygınlaşmaması ya da kökleşmemesi ile devletin kendisini “yurttaşına hizmet” etme sorumluluğunda görmemesi. Ve tabii bir de Türkiye’de solun jakoben bir geleneğin üstüne oturması hep neoliberallerin elini güçlendirdi.
Muhafazakârlarla olan ittifak
Bununla beraber, yakın zamanda ülkemizdeki neoliberal aydınların muhafazakâr kesimin ideolojik avukatlığını, hatta önderliğini üstlenmesi hayli şaşırtıcı oldu. Çünkü Batı’da liberallerin en fazla çatıştığı kesim aslında muhafazakârlardır. Liberal kesimin, özellikle yaşam tarzıyla ilgili, öylesi tezleri vardır ki, muhafazakârla kanlı bıçaklı olmaması olanaksızdır. Bu nedenle ülkemizdeki neoliberallerin gerçekten özgürlükçü olup olmadığı kuşku yaratıyor.
Dikkat edilirse, Türkiye’de özgürlükler konusunda muhafazakâr kesim ile liberal kesim henüz çatışmaya girmiş değil. Oysa çeşitli toplumsal kesimlerin yaşam tarzı özgürlüğüne ilişkin sert çatışmalar içinde olduğu biliniyor. Başörtüsüyle okula gitme özgürlüğü kadar devletin din alanından çekilmesi de (Diyanet’in kaldırılması) neoliberallerin gündeminde olması gerekmez mi? Batı’da çıplaklar, eşcinseller gibi konular bu iki kesimin arasında hep hayli patırtı koparmıştır.
Bir grup öğrencinin okulda çıkıp Budizm propagandası yapmasına muhafazakârlar acaba nasıl bakar? Her gün okul kapısına Tibetli rahip ya da Hıristiyan rahibe kıyafetiyle birkaç yüz öğrenci gelse, derslere bu kılıkla girmek istese, muhafazakârların tavrı ne olur? Sürdürelim; üniversitelere rahibe kıyafetiyle gelen bu insanlar Hıristiyanlık propagandası yapsa, buna misyonerlik mi denir, yoksa özgürce dinini savunuyor mu denir? Türbanı bir kentleşme ya da modernleşme belirtisi olarak görenler, kırsalda olmayan fakat kentlerde giyilen çarşafı da modernleşme olarak niteler mi? İşte bu gibi konular son derece önemli. Kısacası, Türkiye’de neoliberallerin muhafazakârlıktan arınması şart.
Piyasa düzeninin adaletsizliği
Ülkemizde son yirmi yıldır neoliberallerin devletin ekonomideki rolüne piyasaperestçe karşı çıkmaları da küresel krizle bir kez daha çöküverdi. Belki de kapitalizmin paradoksu bu. Sınırsız ve sorumsuz özgürlükler sistemi içinden çökertiyor. Denetimsiz, kuralsız, kendi haline bırakılmış mali sistem hem bireysel, hem toplumsal, hem de küresel hasar yaratıyor.
Üstelik, neoliberalizmin gelir dağılımı ya da yoksulluk endişesinin olmadığını biliyoruz. Aslına bakarsanız, neoliberalizmin bir kalkınma sorunu da yoktur. Her birey ve kuruluşa tam özgürlük verilir, kurallar asgariye indirilir, böylece kalkınma yahut refahın “kendiliğinden” artacağı varsayılır. Doğrudur, bireylerin tüm özgürlüklerinin sınırlandığı sistemlerde kalkınma sağlanamamıştır. Ama küresel krizler kuralsız ya da denetimsiz piyasa düzeninin sürdürülemeyeceğini göstermekte. 1980’li yıllarda başlayan özelleştirme tapınmasının ardından bugün küresel kriz karşısında bankaların devletleşme çözümüne sarılması ne ironik bir durum değil mi?
Son yirmi yıl, ülkemizdeki neoliberal hegemonyanın siyasal düzlemde muhafazakâr bir ittifaka dayandığı açık. Ekonomik düzlemde de küresel bir mali kriz kazasına uğradılar. Şimdi çok sevdikleri bir sözcükle karşı karşıyalar; yüzleşmek. Bu iki gerçekle yüzleşmek ve özeleştiride bulunmak zorundalar.