Önce G-20’yi açıklayalım. G-20 resmi bir örgüt değildir. Dünyanın en büyük 20 ekonomisinin bir araya gelmesidir. Hepsini bir araya getirdiğimizde dünya ekonomisinin yüzde 90’ını oluşturur.
Dünya ticaretinin ise yüzde 80’ini. Grubun içinde gelişmekte olan ülkelerden Hindistan, Çin, Güney Kore, Meksika gibi ülkeler de bulunduğu için G-20 toplam dünya nüfusunun üçte ikisini kapsıyor.
Kasım ayında küresel kriz patlak verir vermez G-20’nin zirve toplantısı olmuş ama pek bir şey çıkmamıştı. Birçokları bu zirveden de pek bir şey çıkmayacağı görüşündeydi.
Ancak 2-3 Nisan tarihlerinde Londra’da toplanan bu zirvenin iki hafta öncesinde merkez bankalarının bir araya gelmesiyle bir plan üzerinde anlaşılmıştı.
Zirve öncesi plan
Plan dört noktanın üzerinde duruyordu. Birincisi, dünya milli gelirinin yüzde 2’sine tekabül edecek bir talep desteğinin eşgüdümle uyarılması hedefleniyordu. İkincisi, bütün düzenleyici rejimlerin reformdan geçirilmesi isteniyordu. Böylece finansal sistem çok daha sıkı denetlenebilecekti.
Üçüncüsü, uluslararası finansal kurumların yeniden yapılandırılarak, ek kaynaklarla işlevinin artırılması öneriliyordu. Nihayet, korumacılığın da engellenmesi isteniyordu. Çünkü kriz çıktığından bu yana pek çok OECD ülkesi ile gelişmekte olan ülke korumacı tedbirleri yoğunlaştırdı.
Küresel kriz konusunda iki temel yol var. Biri, doğrudan talebin pompalanmasıyla büyümenin telafi edilmesi, ikincisi de mali sistemin reformdan geçirilmesi.
İkinci yöntem aynı zamanda hem iflasların serbest bırakılmasını, hem de zehirli varlıkların temizlenmesini zorunlu kılıyor.
Zirvenin asıl sonucu
Bu zirvede alınan en önemli karar IMF’nin kaynaklarının güçlendirilmesi oldu. IMF kaynaklarının neredeyse 3 katına artırılması karara bağlandı. Böylece IMF’nin itibarının yine yükseleceği düşünülebilir.
ABD Başkanı Obama’nın diğer ülkeleri daha fazla harcama yapmaya ikna edemese de küresel ekonomiye 1.1 trilyon dolar pompalanmasını sağlaması önemli. Bu arada denetimlerin ve kuralların artırılmasını isteyen Fransa ve Almanya’nın da tatmin olduğu belirtilebilir.
Kaldı ki, çeşitli şirket ve bankalarda yüklü ikramiye alanların saltanatlarının sonuna gelindiği görünüyor.
Bu zirvenin en ilginç sonucu, uzun süredir ABD Hazinesi’nin savunduğu bir önerinin gerçekleşmesi.
Dünya ticaretinin ayağa kaldırılması için tek başına ABD’nin çabalamasının yeterli olmayacağı ve bunun ancak gelişmekte olan ülkelere de yüklü yardımlarla aşılabileceğinin karara bağlanması da bir başka önemli sonuç... İlk aşamada IMF’ye 250 milyar dolarlık (daha sonra bir daha), Dünya Bankası’na da 250 milyar dolarlık kaynak aktarılacak. Çok yoksul ülkelere de başka kuruluşlar aracılığıyla 100 milyar dolar aktarılacak.
Zirvenin gerçeği şu ki, şimdiye kadar tek başına çabalayan ABD artık diğer Batı ülkelerini de işin içine katmış oluyor. Bu doğrultudaki koordinasyon görevini yüklenmiş IMF’nin ise bu kez parasal kaynağı bol. Yeter ki, IMF dünyayı ve sıkıntıdaki ülkeleri yanlış politikalara sevk etmesin.