Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Krizden önce önerimiz para politikasının gevşek, mali disiplinin sıkı olmasıydı. O zaman tek kaygımız cari açıktı. Bu geçti. Şimdi başka bir ortamdayız. 2009 yılına ilişkin temel kaygımız ise büyüme. Tabii bunu hedeflerken cari açığı da patlatmamak gerekiyor. Dolayısıyla, önerilerimiz de artık farklı. Tıpkı daha önce dış kaynak girişlerini sınırlı tutmayı önerdiğimiz gibi, şimdi düzenli bir kaynak girişi gerekiyor.
Elbette mali disiplinden geçici bir süre için ödün verilebilir. Ne de olsa deflasyonist bir ortama giriliyor. Fakat unutmayalım ki, kur sıçradığı için enflasyon riski de hiç yok değil. Bu nedenle mali gevşemenin çok sınırlı tutulması, daha çok bütçe harcamalarında kompozisyon değişikliğine gidilmesi daha sağlıklı.
Kaldı ki, düşen tüketim nedeniyle 2009 yılında dolaylı vergilerde ciddi düşüşler olacak, bütçe açığı da büyüyebilecektir.
Kur şu anda yüksekken aceleyle iç tüketimi canlandırmak yerine, 2010 yılına hazırlık yaparak ihracatçı sektörlerin önü açılmalıdır. Para politikasında gevşeme için kesinlikle acele edilmemelidir. Üstelik faizleri şu aşamada hızla düşürmek ne yatırım sağlar, ne de iç talebi canlandırır. Bugün birçok kesimin önerisi sanki cari işlemler açığı olmayan bir ekonomi için. Harcamaların hızla artması isteniyor.

Mali kesimde yapılacaklar...
Mevduat garantisi hemen ve hızla verilmedir. Bu gereksinim şu anda duyulmayabilir. Ancak Türkiye’de DTH’lerin yüzde 4’ünün, YTL’nin de yüzde 1’inin yabancıların olduğu unutulmamalıdır. Bir yandan yurtdışındaki dövizler gelsin derken ve orada mevduat garantisi sınırsızken burada sınırlı olması düşünülemez. Kaldı ki, kriz derinleşirse bankalar mali sıkıntıya girebilir. O tarihte garanti verilirse de geç kalınmış olur.
Malum döviz likiditesinde bir sıkıntı gözleniyor. Tabii Merkez Bankası da, haklı olarak, rezervlerini korumak için piyasaya müdahalede bulunmak istemiyor. MB’nin döviz munzam oranını düşürmesi olumlu. Hatta bankaların döviz munzamları “geçici olarak” serbest bile bırakılabilir.
Bir başka aşamada (sıcak para çıkışı tamamıyla bittikten sonra; belki de IMF parası geldiğinde) küçük miktarlarda döviz satış ihalelerine de başlanılabilir. Çünkü nihayet döviz rezervleri de süs olsun diye tutulmuyor. Ancak kurun değerini çok düşürecek her türlü hareketten de sakınılmalıdır.
Bankaların kredileri geri çağırmaya başlamaları (sermaye sıkıntısından değil) ileride daha büyük bir sıkıntıya girmemek amacıyla yapılıyor. Tabii bu da durgunluğu yakınlaştırıyor. Buna karşı tek çare geçici bir kamu kaynaklı fonun oluşturulması.

Hangi sektör desteklenecek?
Emek yoğun, katma değeri yüksek ve dış rekabet gücü olan belli sektörlere kamu kaynaklı kredi sağlanması çok yerinde olur. IMF’den elde edilecek kaynak bu alanlara tahsis edilebilir. Hatta en doğrusu, bu tür kuruluşların dış borçlarında yardımcı olunabilir.
Belli bir aşamada Hazine (tıpkı belediyelere yaptığı gibi) özel kesimin dış borçlarına geçici bir garanti vermeyi düşünebilir. Bu arada özelleştirmelerde de acele edilmemelidir. Birçok kamu varlığı böylesi bir konjonktürde yok pahasına gidebilir. Bu nedenle bu süreçte borçlanma en doğru stratejidir. Kaldı ki, yurtdışında faizler düşmüş, sadece risk primleri yükselmiştir.
Alınacak tüm önlemlerde, Eczacıbaşı CEO’su Erdal Karamercan’ın da farkına vardığı gibi, 2009’da iç piyasa (talep) gereksiz yere pompalanmamalı. Yani kantarın topu kaçmamalı. İhracatla canlanma hedefinden sapılmamalıdır. Bunlar bizden sayın hükümet yetkililerine, naçizane...