Mesleğimde kıskancımdır.
En iyi gazeteyi yapmaya çalışırım.
En iyi köşe yazarı olmak isterim.
Yaparım, yapamam, olurum olamam; o sizlerin taktiridir.
Ama bir başka meslektaşım daha iyisi yaptığında, daha iyisini yazdığında, kendime çok kızarım.
Sen niye yapamadın, sen niye düşünüp de yazmadın diye kahreder, kendi kendime işkence ederim.
* * *
Sevgili arkadaşım, dostum meslektaşım Münir Koçaslan, İstanbul’dan; Farklı Haber8 internet sitesinde dün bir yazı yazdı.
“O çetenin liderini iyi tanırım” başlıklı yazısını okuyunca kendime çok kızdım.
Neden mi?
Kıskançlığımdan...
İzmir’de pazartesi günü başlayan, Aziz Kocaoğlu’nun 397 yıl hapis istemiyle yargılandığı “İzmir Çetesi” davası ile ilgili yazısı, deyim yerindeyse “on numara” idi.
Münir’in bu yazısını bugün sizinle paylaşmak istedim.
Çünkü, tetiği erken çekip, erken davranan ben olsaydım, satırı satırına olmasa da aynen böyle yazardım:
* * *
Evet biliyorum. Bir gazetecinin, siyasetçiyle, işadamıyla, bürokratla...
Kaynaklarıyla arasında mesafe olmalıdır.
Yani...
İş başka, arkadaşlık başka.
Bu yüzden “gazeteciden dost olmaz” yaftasıdır boynumuzda taşıdığımız.
Zira, bir çoğundan farklıdır bizim meslek...
Kırmızı çizgileri vardır. Aşılmamalı.
Yoksa...
Biri diğerini kullanılır.. Belki de ikisi birbirini...
“Ahlak” kavramı, işte böyle bıçak sırtı bir noktadadır.
Sıklıkla olmasa da bazen bilemezsiniz.
Yazmak mıdır, yoksa yazmamak mıdır mesele?
* * *
Bu ruh hali içinde...
Cesaretle söz etmek istiyorum İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Aziz Kocaoğlu’ndan...
Kocaoğlu’nu tanırım...
Yeri geldi eleştirdim.
eri geldi taktirle karşıladım.
Ama uzunca bir süredir üzgünüm...
Çünkü Aziz Kocaoğlu, halkın iradesiyle seçilmiş bir çete lideridir.
Savcı, 397 yıl hapsini istiyor.
Kendisi dışarıdadır.
Ama çoğu şehri yöneten 130 kişilik çetesinin ise... Bir bölümü içerdedir.
“Olur mu hiç öyle şey?” derseniz...
Oluyor işte...
Adaletin terazisi böyle tartıyor.
* * *
Bir kaç gündür gazetelerdeki ilanlar gözünüze ilişiyor sanırım.
“Adalet istiyoruz” diyen bir grup İzmirlinin isimleri yer alıyor.
Kimi sendikacı, kimi mühendis, kimi sanatçı, kimi emekli, kimi bilim adamı...
İzmir’de başlayan duruşmaya dikkat çekiliyor.
Duyurunun vurgusu Eli Wiesel’in bir sözüyle yapılıyor.
Hani şu, Nazi toplama kamplarından sağ kurtulabilen çocuk...
Yetimhanede büyüyen, felsefe öğrenimi gören genç...
Hayatını gazetecilik yaparak kazanan adam...
Şiddete ve ırkçılığa karşı duruşuyla Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen aydın...
Ne diyor Eli Wiesel?
“Adaletsizliği önlemeye gücümüzün yetmediği zamanlar olabilir.
Ama adaletsizliğe itiraz etmekten aciz kaldığımız bir zaman asla olmamalı.”
Var mıdır, bu tespite imza atmayan?