İki yıl önceydi.
Milliyet’te full-time, Bülent Zarif ile birlikte çalışmaya başladığım süreçte, Ali Pehlivanoğlu ile bir röportaj yapılmasını istedim.
Arkadaşlara bir hafta sonra, “Ne oldu?” diye sorduğumda, Ali Bey’e ulaşamadıklarını söylediler.
“Nasıl yani?” demekten kendimi alamayıp, bu kez ben telefonunu çevirdim.
Geçmiş gün kimle görüştüğümü tam olarak anımsamıyorum; “Notunuzu alalım efendim” dediler.
Bir gün, üç gün, bir hafta, bir ay; ne ses çıktı ne seda, ne Ali Bey aradı, ne de bir başkası...
Doğrusunu söylemek gerekirse alındım.
Çok sonraları öğrendim ki, benim kendisine ulaşmaya çalıştığım günlerde Ali Pehlivanoğlu, “azrail” ile savaşıyormuş...
Üzüldüm... Hem de çok üzüldüm...
* * *
Sonrasında “karaciğer nakli” yapıldığı, başarılı bir operasyon geçirdiği, evinde uzun süre istirahat etmesi gerektiği bilgisiyle, üzüntüm umuda dönüştü.
Ali Bey’in sağlığına kavuşması için dua ettim.
Çünkü o yaşamalıydı...
Allah, önce;
Eşi ve çocuklarına...
Sonra, kardeşlerine ve ailesine...
Daha sonra kurduğu ve koskoca bir dev haline getirdiği Pehlivanoğlu Şirketler Grubu’na ve çalışanlarına...
Ve daha sonra biz dostlarına, arkadaşlarına ve en önemlisi de İzmir’e Pehlivanoğlu’nu bağışladı.
Crowne Plaza’da dün, iki yıl aradan sonra “işbaşı” yapışını, kendisini seven 700’ü aşkın insanla bir öğle yemeğinde paylaşan Ali Pehlivanoğlu çıktığı kürsüde “acemi tüccarlar” gibi duygu yüklü, heyecanlı bir işadamı gibiydi.
Uzun süre konuşamadı.
Gelen sözcükler boğazında düğümlendi, gözyaşlarını durdurmak için kendini çok sıktı ama başaramadı.
Kimbilir, “İmparator”u belki bugüne kadar, hatta yaşama “pamuk ipliği” ile bağlı olduğu günlerde bile hiç bir yakını, dostu, iş arkadaşları, hatta babasının yanından bir an olsun ayrılmayan büyük kızı İrem bile ağlarken görmemişti.
Hiç şüphesiz, bunlar sevinç gözyaşlarıydı.
Yediyüzotuz gün sonra, sevdiği insanlarla yeniden buluşmasını, onların karşısına “turp” gibi sapasağlam, “Yaşıyorum, dimdik ayaktayım ve karşınızdayım” diyerek çıkmanın verdiği mutluluktan ağlıyordu.
Ali Pehlivanoğlu’nun, daha tek bir kelime söylemeden akan gözyaşlarını, salonda dakikalarca süren alkışlar, ancak bir nebze durdurabildi.
* * *
Aramıza hoşgeldin “İmparator...”
İyi de ettin; çünkü bu ölümlü dünyada yapman gereken daha çok ama çok işler var.
Allah korusun, bizi zamansız bırakıp gitseydin, öksüz bırakacaktın...
Seni biraz olsun tanıyorsam; biliyorum ve eminim:
2012’de çok büyük işler başaracak ve bomba etkisini yaratacak gelişmelere imza atacaksın.
Sen kurduğun yüzde 100 sermayeli Pehlivanoğlu marketler zincirini, halka da açarsın, mağaza sayısını da artırırsın, zincir mağazalarına yeni katılımları da sağlarsın...
Yaparsın da yaparsın...
Bunun en yakın tanıklarından biriyim.
Gazetecilik mesleğine başladığımdan bir süre sonra 1980’de bu işe küçücük, “tek bir mağaza” ile başlamıştın.
Otuziki yıllık Pehlivanoğlu efsanesini, adım adım izleyen bir kişi olarak, kaybedilmiş iki yıl olarak nitelendirdiğin süreç, senin için hiç bir şey değil.
Yerimizde saydık...
Sermayeden yedik...
Gerileme olmadı ama istediğimiz büyüklüğe ulaşamadık, diye boşuna hayıflanma...
Pehlivanoğlu, bizim İzmir’imizin markası.
Mal senin ama bil ki mağazaların, bizim yuvamız, evimiz gibi.
“15 Şubat’a kadar 5 mağaza daha açacağım” diyorsun.
Yaparsın...
Sen, bildiğim Ali Pehlivanoğlu isen; beş değil, on değil, yüz mağaza da açarsın...
Şu an 105 olan mağaza sayısını 500’e de çıkartırsın...
Yeter ki Allah sağlık, uzun ömürler versin...
Tekrar aramıza hoşgeldin “İmparator...”