İki yılı aşkın bir süre önce, İzmirlilerin yüzde 57’sinin oyunu alarak Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Aziz Kocaoğlu’nun, belediyede yaşanan son olaylardan sonra günlerinin nasıl geçtiğini merak ediyor musunuz?
Eskiden, tabii ki gençlik-öğrencilik yıllarımızda pek çoğumuz “günlük” tutardık.
Hiç üşenmez, fırsat bulduğumuzda yaşadığımız günü, defter kalemi alır, duygularımızı da içine katarak sayfalara dökerdik;
- Özcan ile aramız bozuldu, neden bana öyle davrandı?
- O kız nihayet bana pas vermeye başladı.
- Yan apartmanda oturan Lale’ye aşık oldum ama galiba farkında değil.
- Annem-babam yine kavga ettiler.
- Şu kardeşime çok yüz veriyorlar...
Falan filan...
* * *
Şayet Aziz Bey’e böyle bir günlük tutmaya kalkışsaydı, son günlerde yaşadıklarını şöyle anlatırdı diye düşünüyorum:
Pazartesi:
Cezaevi günü...
Önce Bergama’ya gidilecek. Burada yatan, başta Genel Sekreter Pervin Şenel ve diğer bürokrat arkadaşlarla görüşülecek.
Davanın seyri ve muhtemel gelişmeler konuşulacak. Varsa ihtiyaçları belirlenecek. Moral verilecek, sabretmeleri telkin edilecek.
Öğleden sonra Buca F Tipi Kırıklar Cezaevi’nde olunacak. Buradaki Büyükşehir bürokratları ve tutuklu olan arkadaşlarla tek tek görüşülecek.
Dertleri dinlenecek, yapılacaklar tartışılacak.
Akşam, “sıfır” moralle Belediye Sarayı’na dönülecek. Acil imzalanacak evrak varsa, tek tek okunarak imzalanacak, gece yarısına kadar çalışalacak.
Salı:
Sabah çok erken saatte, bir gün öncenin stresi ile “moralsiz” kalkılıp sokağa çıkılacak. Etkilenen birimler dolaşılarak, çalışma şevki aşılanmaya çalışılacak.
Varsa, randevular kabul edilecek.
Tutuklu arkadaşlarla yapılan görüşmeler ışığında durumları hukukçularla toplanılarak değerlendirilecek.
Vakit kalırsa, müdürler ile görüşülecek.
Çarşamba:
Bir gün öncesine göre daha iyi bir moralle işe başlanacak.
Öğleye doğru bir haber alınacak.
“Efendim perşembe günü üçüncü dalga olarak polis baskını yapılacağı söyleniyor, doğru mu?” diye sorular gelecek.
Ve sıkıntılı bir bekleyiş başlayacak.
Değişik kaynaklardan bu haberin doğru olup olmadığı soruşturulacak.
Koskoca bir gün böyle geçecek.
Perşembe:
Sabah gün doğmadan kapının çalınması beklenecek. Telefonlar açık tutulup, Büyükşehir bürokratlarının evlerine gidilip gidilmediği araştırılacak.
Öğleye kadar “Her an bir operasyon” haberi ve polisin Büyükşehir’e gelip gelmediği izlenecek.
Öğleden sonra, “Bu gün olmadı, acaba yarına mı bırakıldı?” diye endişeli bekleyiş aynen devam edecek.
Cuma:
“Perşembe geçti, bugün olmaz, cumartesiye Allah Kerim” diye işe başlanacak. Tutuklu olmayan bürokratlarla yatırımlar ve yürüyen işlerle ilgili toplantı yapılacak. Gazetelerde çıkan çeşitli haberlerle ilgili strateji belirlenecek ve servis yapılacak.
Cumartesi:
En tehlikeli gün. Cumartesi yatırımları için ya bir açılış ya bir temel atma töreni için yola çıkılırken, her an başlatılacak bir operasyonun beklentisi yaşanacak.
Saatler 13.00’ü gösterdiğinde, “Bu haftayı da kazasız belasız, operasyonsuz, gözaltısız atlattık” diye şükredilecek.
Öğleden sonra kent içinde ve dışındaki yerleşim birimleri ziyaret edilecek.
Pazar:
En rahat gün. Türkegül Hanım ile sabah kahvaltısı yapıldıktan sonra, İzmir’in ilçelerine doğru çeşitli etkinliklere katılmak üzere yola çakılıp, geç vakte kadar dolaşılacak.
* * *
Ve sonrasında yine pazartesi...
Yine cezaevi ziyaretleriyle başlanıp, aynı şekilde bitmek tükenmek bilmeyen bir 7 gün daha yaşanacak...
Kusura bakmayın ama yazarken benim bile içim sıkıldı.
Düşünsenize...
Ya bunları yaşayan ne yapsın?