Enflasyon içinde durgunluk: Stagnation + inflation. İlk kez 1970’te duyduk ve rahmetli Prof. Besim Üstünel, neredeyse bir dönem, makro ekonomi dersini bu kavramı anlamaya ve anlatmaya ayırdı; çünkü kendisi bu sırada Süleyman Demirel hükumetinin yerine iktidara gelmeye çalışan Bülent Ecevit ekibinde, ülkenin içine düştüğü enflasyondan kurtarılması için siyaset üretiyordu. Enflasyon, ekonomik büyümenin sonucu olarak biliniyordu. Halkın elinde çok bol para bulunduğu dönemlerde, işsizlik çok düşükken, üretim ve tedarik zincirinde bir aksama olursa denetlenemeyen bir fiyat artış sarmalı doğuyordu. Ancak 1970’lerde işler tersine dönmeye başlamış, bir yandan işsizlik artarken düşmesi gereken fiyatlar düşmek şöyle dursun, tersine yeni bir artış dönemine girmişti. ABD ve dünya ekonomistleri, ekonomik durgunluğa rağmen iki haneli boyuta ulaşan bu enflasyona yeni bir isim takıyordu: Stagflasyon.
ABD şimdi de 6 aylık bir düzelmeden sonra yeniden ekonomik durgunluğa giriyor ancak fiyatlar artmaya devam
Rusya Federasyonu’na sizin ve benim sempatiyle bakma veya bakmama hakkımız vardır da Yunan hükumetinin Rusya ile, altı aydır yaptığı gibi konuşmama, görüşmeme hakkı yoktur. Çünkü Yunanistan’ın üyesi olduğu askeri ittifak yıllardır Rusya’yı en ciddi hasım olarak görüyor; o ittifakın patronu ABD, Yunanistan’da, Rusya’ya kara ve deniz yoluyla ulaşma imkânı olan dokuz üs kurmuş bulunuyor.
Sadece Yunanistan’ın değil, Patagonya’nın da (burada aslında Arjantin ve Şili’yi kastetmiyorum, tabii!) Rusya ile ilişkisini kesme hakkı, imkânı, lüksü yoktur. Neden? Zira hiç olmazsa her ülkenin Rusya ile posta-telefon-internet ilişkisi kurması zorunludur ve bu gibi teknik ilişkiler sürekli iletişim gerektirir.
Ama Yunanistan! Şubattan bu yana Rusya ile sıfır ilişki içindeymiş. Rusya’nın Atina’daki Büyükelçisi Andrey Maslov, hafta başında Rossiya-24 televizyon kanalına verdiği demeçte, “İkili ilişkilerimiz şubattan bu tarafa yerle bir oldu. Artık ilişkimiz kalmadı. İş birliği yapmıyoruz, temas etmiyoruz” dedi.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), merkezi Erbil’de bulunan, Türkiye ve İran sınırı boyunca uzanan, Konya genişliğinde dağlık bir arazide yer alır. IKBY, 1915-19 arasında ABD başkanı Woodrow Wilson’ın Osmanlı Devleti’nin yerini almasını önerdiği üç ülkeden birinin ilk adımı olarak, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra 2005’te yapılan yeni anayasayla kuruldu. Irak Kürtlerinin bağımsızlık mücadelesinin tarihi Wilson’ın projesinden çok eskilere, yüzyıl öncesine dayanır. Ancak, Kürtlerin yaşadığı diğer ülkeler Türkiye, İran ve Suriye’den çok daha yoğun isyanlara ve Araplarla savaşlara sahne olan Irak, bu tarihten sonra bölünmenin eşiğine geldi. ABD ve İsrail’in teşvik ve tahrikleri, özellikle yeni anayasadan memnun olmayan Arap çoğunluğun baskıları ve çıkarttıkları ekonomik engellerden bıkan IKBY lideri Mesud Barzani, bağımsızlık ilanı için 2017’de referanduma gitti. Ancak Barzani, ekonomik güçlükleri aşması için Türkiye’nin yardım önerisi ve telkinleri sonunda,
Uluslararası diplomasi haftaya iki yıllık aradan sonra canlanan Astana Süreci’nin ilk zirvesiyle başladı. Resmi açıklamalara, liderlerin konuşmalarına ve ortak bildiriye göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile “Suriye’nin uluslararası terörizmin yatağı olmaktan tamamen ve temelli kurtarılması ve çatışmalar bittikten sonra insani sorunların çözümü, ülkenin yeniden inşası konusu” ele alındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hem zirvede hem de ikili toplantılarda Suriye meselesine ağırlık vereceği ifade edilmişti. Bu arada ülkelerin arasında ikili birçok anlaşma imzalandı.
Ancak, uluslararası gündem, İran söz konusu olduğunda Suriye’nin güvenliği veya güvensizliği veya ikili ekonomik ve ticari anlaşmalarla sınırlı olamıyor; çünkü ortada koca bir “İran’ın nükleer tutkusu” meselesi var. Bu “tutku” İran’ın 20 yıldan beri enerjiyle sınırlı olduğunu açıklamasına rağmen, biliniyor ki bu kadarla kalmıyor. Nitekim, Tahran zirvesinden bir gün önce,
1950 ve 60’ların emperyal açılımını Türkiye’de tarla kenarlarında tepelenen harman makinesi leşlerinden görürdük. Şimdi elbette bir iki kişiden başka hatırlayan yoktur… ABD sermayesinin küresel şahlanışıyla her ülke bir küçük Amerika olma heyecanına kapılmıştı ama gerekli altyapının yokluğu (mesela meslek liseleri, makine bölümleri bulunmayışından tamir elemanı bulunmayışı) sadece Türkiye’de değil, ABD’nin borusunun öttüğü tüm ülkelerde kitleleri gerçekleşemeyen bir kalkınma masalıyla karşı karşıya bıraktı.
Bu acı deneyim, kimi ülkelerde darbelere ve sonra kurulan askeri cuntalara (örneğin Türkiye’de) kiminde de genel bir radikalleşmeye (örneğin Pakistan’da) yol açtı. Bu radikalleşme bir noktada Afganistan’daki komünist rejimin ve Sovyet işgalinin yıkılmasına yol açarak, ABD’nin küresel planları için kullanılabilir bir araç olduğunu gösterdi. ABD’li küreselciler, radikalleşme unsurlarını kendi denetimlerine alarak, bu aracı daha da kullanılır
Rusya Federasyonu, şu an Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yeryüzündeki tek müttefiki. Rusya Sovyetler Birliği, Suriye de Arap Sosyalist Cumhuriyeti adıyla bilindikleri 1960’larda kurdukları ittifak, belki de yaşayan en eski ittifak sayılabilir.
Suriye, 1958’de Mısır’la bir “ortak devlet” kurmuş ve bu birlik kâğıt üzerinde 1971’e kadar devam etmişse de 1961’de “Yarbaylar Darbesi” diye bilinen askeri müdahaleyle rejim şekil değiştirmeye başlamıştı. Yeni adıyla Suriye Arap Cumhuriyeti, iki yıl sonra Arap Baas Partisi’ne bağlı subayların el koymasıyla, sosyalist kimlik kazanmaya başladı. Baas, “yeniden diriliş” (rönesans) anlamına gelmekle birlikte, hemen hemen bütün Arap ülkelerine yayılan Baas Hareketi, Pan-Arapçılık, Arap milliyetçiliği, anti-emperyalizm unsurlarını içeriyordu. Bu hareket Suriye’de kısa zamanda sosyalist bir nitelik kazandı ve mottosu “Vahdet, Hürriyet ve Sosyalizm” olan bir diktatörlüğe dönüştü. Eski subay, savunma bakanlığı, başbakanlık ve Baas cuntası üyeliği yapmış
Bayrama Münbiç ve Tel Rıfat’tan Türkiye’ye yönelik taciz haberleriyle girdik. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, beraberindeki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Musa Avsever, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz ile sınır hattına koşarak, Irak ve Suriye sınır hattının yanı sıra sınır ötesinde görevli birliklerin komutanlarıyla video konferans toplantısı düzenledi.
Bakan Akar, “Özellikle Münbiç ve Tel Rıfat’tan bazı tacizler başladı. Bunlara karşı terörist hedeflere tereddütsüz olarak her türlü müdahaleyi yaptık, yapmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Türkiye 2018’den beri ABD’ye Münbiç’teki askeri üslerini boşaltması çağrısında bulunuyor. Çünkü bu üsler, bölgeyi terör örgütünün elinde tutmasına imkân sağlıyor. Nitekim, ABD Senatosu’nun iki üyesi Lindsey Graham ve Jeanne Shaheen, geçen hafta
4 Temmuz, ABD’de siyah-beyaz-sarı-kahverengi olmadan, herkesin kendisini Amerikan toplumunun eşit bir üyesiymiş gibi hissettiği gündü. Uzun yıllar böyleydi. Havai fişeklere harcanan para bana hep israf gibi görünmüştü ama Prof. Heath Lowry, “Bu günün önemi düşünülürse, buna israf denmez, canım!” diye savunmuştu kutlamalardaki abartıyı. Haklıydı. 4 Temmuz, gerçek anlamda bir devrim, bir halkın kendi iradesiyle bir siyasal birlik oluşturmasının ilk örneğiydi.
5 Temmuz gazeteleri, bu kutlamaların sevincini yansıtırdı. Boston’da kentin en büyük parkında Çaykovski’nin 1812 uvertürü, gerçek top atışıyla icra edilir; Boston Globe topların alevli fotoğraflarını, New York Times ikiz ticaret kulelerinin arasındaki, Washington Post ise Kongre binasının üzerinde rengârenk havai fişek fotoğraflarını yayımlardı. İki gün önceki bütün Amerikan gazetelerinde Şikago’dan bir fotoğraf vardı: 4 Temmuz kutlamalarında en az 6 kişinin öldürüldüğü silahlı saldırının olay yerine gelen